
                                      
                                        
                                        21.  YENİDEN DOĞMAN GEREKİR
                                      Vahram her 
                                        yanda Tanrı’ca kutluluk ve iyilik aracı 
                                        olarak kullanılmaktayken, insanlar hem 
                                        ona karşı konuştu, hem de kendisini karaladı; 
                                        üstelik çekememezlik gösterdi. Hiçbir 
                                        sağlıksız olumsuz tutuma ters tepkide 
                                        bulunduğunu anımsayan yok! Herkese her 
                                        durumda İsa Mesih’in sevgisiyle davranır, 
                                        onu aşağılayanları sever, yükseltir, onlar 
                                        için içtenlikle dua ederdi. Yüreğinde 
                                        kine, hırsa, öç alıcılığa yer yoktur. 
                                        Her kezinde mutluluk sergileyen birini 
                                        görmek isteyen bunu Vahram’da görebilir. 
                                        Evinde neyse dışarıda da oydu. Sevincinin, 
                                        cana can katan tutumunun kaynağı olarak 
                                        daima Rab’bi gösterirdi. “Gelen giden 
                                        olaylar bir sürü sıkıntıya yol açabilir” 
                                        derdi. “Ama Rabbimiz sürekli sevinci sağlar; 
                                        her vakit O’na bakmalıyız.” 
                                      Konuşmalarını, 
                                        ruhsal tanıklığını en kolay biçime koymayı 
                                        tüm anlamıyla başarırdı. Kullanageldiği 
                                        bir simgeyi herkes duymuştu. Sol elindeki 
                                        bir nesneye dikkati çekerek, “Sen buradaydın” 
                                        derdi. Ardından dikkati sağ eline çekerek 
                                        Mesih’in orada bulunduğunu, günahlı günahından 
                                        dönünce Mesih’in onunla yer değiştirdiğini 
                                        vurgulardı. 
                                        O’na imanla teslim olanı sağ ele 
                                        naklettiğini, Mesih’inse günahlıya yaraşan 
                                        yeri aldığını belirtirdi. “O senin yerini 
                                        aldı, seni de kendi yerine aktardı. Buna 
                                        iman et!” Bu çok basit betim sayısız insanın 
                                        Mesih’i kurtarıcısı olarak değerlendirmesine 
                                        neden oldu. “Tanıklıkta bulunmazsam benim 
                                        için mutluluk kalmaz” derdi. Sık sık kullandığı 
                                        başka bir söz de şudur: “Rab herkesi gani 
                                        gani bereketledi, canlar kurtardı.”
                                      Herkese 
                                        kendi düzeyinde konuşur, alçakgönüllülükten 
                                        ayrılmazdı. Çocuğa çocuk gibi, gence genç 
                                        gibi, aydına aydın gibi seslenmeyi başarabilirdi. 
                                        Hiçbir fırsatın kaçmasını istemezdi. Herhangi 
                                        birisiyle konuşma açmak, dostluk kurmak 
                                        onun için kolay işti. Engin yürekli tutumu, 
                                        daima güler yüzü herkese güvenlik aşılardı. 
                                        Ve gerçekten güvenilir bir inanlıydı. 
                                        Öz yapısının niteliği, gönülden bağlı 
                                        olduğu iyi insan İsa’nın yaratık yaşamında 
                                        yansımasıydı, O da haberci Pavlos’un şu 
                                        çağrısıyla seslenebilecek bir inanlıydı:
                                      “Ben nasıl Mesih’i örnek aldıysam,
                                      siz de beni örnek alın” (I.Korintostular 11:1). 
                                      Kutsal Ruh’un bir canı aydınlatması 
                                        yönetmesiyle cansızlığı gidermesini kovalar, 
                                        bunu da başarabilirdi. Sevincini, “Hamdolsun, 
                                        Halleluyah!” ünlemleriyle dile getirirdi. 
                                        “Mesih diridir!” demek coşkusunun belirtisiydi. 
                                        Bazı kez heyecana gelerek yanındakine, 
                                        “kardeş!” ya da, “kız kardeş!” diye seslenirdi. 
                                        “Ne var, Vahram birader?” Karşılığı belki 
                                        de şu olurdu: “Halleluyah!” Bir sürü boş 
                                        laf ya da dedikodu etmektense, duygularını 
                                        bu çeşit ünlemlerle dile getirmek ona 
                                        doygunluk verirdi.
                                      Onun için 
                                        basit biri, belirli durumlarda da saf 
                                        demek yanlış olmayacak. Dengeli biçimde, 
                                        bilgece davranan biri sayılamazdı belki. 
                                        Ama herkes doğrultusunda, her tutumda 
                                        temel ilke edindiği içtenlikli sevgi pek 
                                        çok eksildiğini gidermekteydi. Karşısına 
                                        gelen herkesin temel sorunu canının kurtuluşuydu. 
                                        Bu nedenle bundan daha öncelikle konuşulacak 
                                        bir konuyu düşünemezdi. Kısa zamanda canın 
                                        asıl gereksinimine girmesi beklenen gelişimdi. 
                                        Tüm dikkatini niçin buna verdiği sorulduğunda, 
                                        “Yaşam fırsatları bazen bir kezdir” diye 
                                        yanıt verirdi. Sevgiyle etkilenen üstelemenin, 
                                        canları tövbeye ve Mesih’e imana çeken 
                                        yöntem olduğuna kesenkes inanmıştı. Tanrı 
                                        hükümranlığına ittiği pek çok kişi buna 
                                        tanıklık etmekte. Sonunda onlar da başkalarını 
                                        hükümranlığa iletmiştir.
                                      Hristiyan 
                                        soydan gelenlere, bu adla bilinenlere 
                                        önemli bir soru doğrulturdu: “Yeniden 
                                        doğuşa malik misin?” Birçoğu biraz da 
                                        duraksayarak, çekinerek, “Evet” deyince, 
                                        Vahram onların gerçek durumunu anlamış 
                                        olmanın kesinliğiyle, “Ama kurtuluşun 
                                        oluşturduğu sevinç belirmiyor yüzünde” 
                                        derdi. “Gerçekten tövbe eder, Mesih’e 
                                        bağlanırsan yeniden doğar, sağlam mutluluğa 
                                        kavuşursun.” Bu yolla pek çok kişiyi günahların 
                                        affına, kurtuluşun güvencine getirdi
                                      
                                       
                                      
                                       Ev toplantılarından birinde 
                                        Haralambos Bostancıoğlu anılıyor
Ev toplantılarından birinde 
                                        Haralambos Bostancıoğlu anılıyor
                                      İstanbul’da Kardeşlerle ~~ 1950
                                      Türkçe’de 
                                        çok az ruhsal içerikli kitap ya da dergi 
                                        varken, yaşamı en etkin kitap ve ruhsal 
                                        yazıydı. Eline geçirebildiği kitap ve 
                                        broşürleri içtenlikle satmaktan, dağıtmaktan 
                                        özel beğeni duyardı. Tanrı Sözü’nün her 
                                        yolla ve araçla yayılması temel yükümlülüktü 
                                        onun için. Bildirişim çağının şaşırtıcı 
                                        boyutlara gelişinden bir iki kuşak önce 
                                        yaşadı ve çalıştı. Ama bildirişim tekniğinin 
                                        en son buluşlarından yararlanan şimdiki 
                                        kuşak, insan bedeni kuşanan Söz’ü böylesi 
                                        etkinlikle yayamamakta. Gerçekte tanrısal 
                                        Söz onda yerleşmiş, insan aracılığıyla 
                                        insanlara iletiliyordu. Böyle birinin 
                                        havadan sudan konuşmalara tutulması düşünülemezdi. 
                                        Yüceden kaynaklanan gerçeklere bağlılığı, 
                                        kardeş ve kız kardeşlerle bir araya gelerek 
                                        göklerdeki Baba’ya dua etmesini etkilerdi. 
                                        Yakın dua arkadaşları arasında Mosho Bekleyen, 
                                        Hagopos Karakoçyan, James K. Lyman bulunurdu. 
                                        Hem yaşlılarla, hem çocuklarla dua ederdi. 
                                        İsa Mesih, “Bir insan yeniden doğmadıkça Tanrı’nın hükümranlığını 
                                        göremez” demiştir (Yuhanna 
                                        3:3). Bunun nasıl bir sonuç getirdiğini 
                                        anlayabilmek isteyen, gerçek anlamda yeniden 
                                        doğan Vahram gibilerin yaşam yöntemine 
                                        bakabilir: Tövbe etmek. Tanrı katında 
                                        doğrulukla donatılmak, imanla sonsuz güvenliğine 
                                        kavuşmak, yeryüzünde parlak yaşam aşamasına 
                                        gelmek, buna tanıklık etmek..
                                      Bu köklü 
                                        konularda aydınlığa kavuşan biri durumunda 
                                        tanrıbilimin derinlerine canlılıkla, incelikle 
                                        eğilebiliyordu o. Tanrı gerçeklerini kavrama 
                                        ve anlatma yeteneği yaşamındaki Tanrı 
                                        kayrasının bir uzantısıydı. Çürük, sakat, 
                                        yaratıklarca tasarlanan öğretileri, kuruluş 
                                        ve kuşakları sevgiyle sustururdu. ‘Yehova 
                                        Şahitleri’ adıyla tanınan örgütün bağlıları 
                                        ona yaklaşmak istemezdi. Bazıları onu 
                                        İlyas’a, Yahya’ya benzetti. Ona Amos ve 
                                        Hezekiel benzeri özel çağrı gelmişti. 
                                        Haberci Filip gibi daima Kutsal Ruh’un 
                                        yönetimindeydi. Görmelerini başkalarıyla 
                                        paylaşırdı: Bir yeri ziyarete gidince 
                                        ilkin, “Dua edelim” diye söze başlardı. 
                                        Herhangi bir buluşmayı ruhsal konulara 
                                        taşımanın etkin yöntemiydi bu.
                                      22.  VAAZ ETME BİÇİMİ
                                      Önümüzde 
                                        hiç okula gitmemiş, konuşma tekniğiyle 
                                        ilgili derslerden geçmemiş, bu önemli 
                                        sanat kolunda sivrilmemiş biri var. Kilise 
                                        tarihinde birçok etkin konuşmacının adı 
                                        geçer. Apollo bunların ön sırada bulunanıdır 
                                        belki (bkz. Habercilerin İşleri 18:24-28). Altın ağızlı Hrisostom’un örneği 
                                        uyarınca bilinenler çoktur. Bireyleri, 
                                        toplulukları Tanrı’nın etkin sözüyle sürükleyerek 
                                        yaşamın en önemli kararına ileten öğütçüler 
                                        saygıyla, özenle anılır. Bildirişim sanatının 
                                        en belirgin uygulayıcısı olan etkin ve 
                                        eğitici konuşmacılar her yerde ilgiyle 
                                        aranır. Bunlar güzel söz söyleme yeteneğiyle 
                                        donatılmış, okumuş, eğitilmiş kişiler 
                                        olabilir; ama ön sırada beliren özellikleri 
                                        Kutsal Ruh’ça meshedilen ve onaylanan 
                                        biri olmaktır. Tanrı Musa’yı hizmetine 
                                        çağırınca o, “Ya RAB!” dedi. “Beni mi 
                                        bu önemli işe atıyorsun? Konuşabilme yeteneğim 
                                        yok, dilim sivri değil!” Tanrı onu, “Ağzı 
                                        yaratan kimdir?” diye yanıtladı. “Ağzını 
                                        etkin kılacağım, ne söyleyeceğini sana 
                                        ben bildireceğim.” Musa ikircikliğini 
                                        sürdürünce Tanrı ona kardeşi Harun’u göstererek, “Halka senin adına o konuşacak, sana ağız 
                                        görevini o görecek” dedi. Sorun böylece 
                                        karara bağlandı (Tevrat-Mısır’dan Çıkış 10:17). Ama ilginç 
                                        ve önemli gelişim, Harun ne Firavun’a, 
                                        ne de halka tek söz olsun konuştu. Musa’nın 
                                        tüm korku ve çekingenliğine karşın, çağıran 
                                        ve gönderen RAB onu öyle bir konuşmacı 
                                        yaptı ki, Firavun’a yetkiyle meydan okudu, 
                                        o geniş halk topluluğuna güçle, yetkiyle 
                                        başkan özelliğiyle konuştu, niceleri Tanrı 
                                        bağlılığına iletti. Yeremya peygamberin 
                                        yaşamını ve çağrısını incelediğimizde, 
                                        aynı durumla karşılaşırız (bkz. 
                                        Yeremya l:4-10). Pavlos’u karalayanlar 
                                        onun için, “Konuşması 
                                        aşağı görülmeye bile değmez” diyordu 
                                        (II. 
                                        Korintoslular 10:10).
                                      Tanrı’nın 
                                        atadığı etkin konuşmacı ne doğuştan söz 
                                        söyleme yeteneğini taşır, ne de en parlak 
                                        bildirişim eğitiminden geçer. Kendini 
                                        bu sıradan sayanları Tanrı kullanmaz bile! 
                                        O’nun çağırdığı, atadığı vaiz ve öğütçü, 
                                        günahtan arıtılan, doğrudan doğruya Kutsal 
                                        Ruh’ça meshedilen, kendisi etkilenen ve 
                                        canları etkileyebilendir. İşte önümüzde 
                                        böyle bir vaiz görmekteyiz. Bunları derken 
                                        eğitimi küçümsediğimiz düşünceye getirilmemeli. 
                                        Eğitim, kuşkusuz yerinde bir disiplindir, 
                                        ama konuya çözüm değildir.
                                      Fakülte 
                                        bitirmeyen, çeşitli diller bilmeyen, konuşmacılık 
                                        sanatında bilenmeyen bu adam minberin 
                                        gerisinde, ya da bir ev toplantısında 
                                        yerini alınca en etkileyici, sürükleyici, 
                                        canlandırıcı, eğitici vaizdir. Çünkü onu 
                                        bu işe Kutsal Ruh atamış. Ağzını dilini 
                                        Yaratanı meshetmiştir. Gerçek sözünü esinleyenin, 
                                        etkileyenin yönetimi altındadır o. Bu 
                                        yüzden Tanrı’nın canlı sözünü etkinlikle 
                                        anlatabilir, bu söz aracılığıyla günahlı 
                                        canlara ilzam (ruhsal eleştiri) getirebilir. 
                                        Günahlılığının aşırı düşüklüğünü tanıyan 
                                        kadını erkeği Tanrı’nın katında tövbeye, 
                                        kurtarıcı Mesih’in kurtulmalığını imanla 
                                        değerlendirmeye yöneltebilir. O, bu özellikleri 
                                        taşıyan tanrısal öğütçüdür. Eski Antlaşma’nın 
                                        peygamberleri uyarınca..
                                      Vaazları 
                                        öğütleri birer önerme ya da kuram değil. 
                                        Tanrı’dan esinlenen etkin Söz’ün kişisel 
                                        yaşama uygulamalı açıdan yaklaştırılması, 
                                        gözle görülür sonucu getirmesidir. O, 
                                        bunu yaparken, kendi bozukluklarını, sözdinlemezliğini 
                                        örnek olarak göstermekten hiç çekinmez. 
                                        Tanrı Sözü’nün kendi varlığında nasıl 
                                        etkinleştiğini erdemli tutumla açıklar. 
                                        Kendisini ermiş biri olarak sergilemez. 
                                        Kişisel yaşamındaki sonucun her günahlıda 
                                        gerçekleşebileceğini sevinçle, güvenle 
                                        vurgular. Dinleyicileri aynı karar gereğine 
                                        çağırır. Bunu yakından görebilmek için 
                                        kitabın sonunda onun canlı bir vaazını 
                                        okumak çok yararlı olacaktır: 
                                        “Şam Pınarlarının Birinde Bir Delik Tas.”
                                      Bu ilişkide 
                                        onun dua bağlılığını da unutmamalıyız. 
                                        O her konuda her görevde duayla iş gören 
                                        Tanrı bağlısıdır. Karşısındaki önemli 
                                        iş kendinin değil, Rab’bindir. Bunun için, 
                                        her ilişkide imanla Tanrı’ya yaklaşmalı, 
                                        yakarmalı, oruç tutarak güvenle O’nun 
                                        bu işi sonuçlamasını beklemeli, insanlara 
                                        Tanrı’ya ilişkin konuşmaya koyulmadan 
                                        önce, Tanrı’ya insanlara ilişkin yakarmak 
                                        zorunluluğu en önde gelen yükümlülüktür. 
                                        Üstlenilen hizmet kişinin kendi işi değil, 
                                        Tanrı’nındır. Bu nedenle bildirilen sözün 
                                        yüreklerde etkinlikle iş görmesi için 
                                        Tanrı’ya dilekte bulunmak her durumda 
                                        zorunludur. Felsefe kolunda düşünmenin 
                                        önemi neyse, Tanrı’ya hizmet uğraşında 
                                        Vahram’a dua odur. Bu ilişkide Tanrı’nın 
                                        Yeremya peygambere belirttiği gerçek geliyor 
                                        akıllara:
                                      “Sözlerimi ağzında ateş edeceğim,
                                      bu insanları da yakıt. Onları yiyip tüketecek...
                                       “Sözüm ateş gibi, kayaları 
                                        paramparça
                                      eden balyoz gibi değil midir? RAB buyuruyor...
                                      “O’nu anmayacağım, gayrı O’nun adıyla
                                      Konuşmayacağım desem, sözün yüreğimde,
                                      Kemiklerimde yanan bir ateşe dönüştü. 
                                      Onu tutamıyorum, yoruldum; elimden gelmiyor..”
                                      (Yeremya 5:14; 23:29; 20:9).
                                      Yıllar süresi bu Tanrı işçisinin 
                                        yaydığı, vaaz ettiği tanrısal Söz böyle 
                                        etkin boyutlarda belirdi, insanlara erişti, 
                                        kişileri kurtarıcı Mesih’e çekti.
                                      23. YAŞAMINI TANRI’YA AYIRMANIN 
                                        GÖNENCİNDE
                                      İnanlılar 
                                        arasında 
                                        Maraşlı Fazilet hemşire Mesih’e 
                                        bağlılığın belirgin bir örneğiydi. Yaşam 
                                        tanıklığı su götürmezdi. Vahram bu kız 
                                        kardeşin kendine çok uygun bir eş olabileceğini 
                                        düşünerek onunla evlenmek için öneride 
                                        bulundu. O ilgi göstermeyince evlenme 
                                        konusu artık kapandı, bir daha kovalanmadı. 
                                        Bu konu birkaç kez aklına gelmişti daha 
                                        önce; ama ciddi bir adım atmadı. Tanrı 
                                        çağrısının gönencinde yaşamak daima öncelik 
                                        taşıyan doygunluğu ve beğenisiydi. Göksel 
                                        Baba ona birçok hemşire sağladı: Aygül, 
                                        Sirpuhi, Altun, Rebekka, Hayguhi gibi. 
                                        Bunlar her durumda gereksinimlerine koşar, 
                                        bir annenin ya da ablanın yapabileceğinden 
                                        daha etkin yararlılıkla onu destekler, 
                                        sürekli yardım sunar, onun için dua ederdi.
                                      Onun ilginç 
                                        yaşamını izleyenler, ruhsal hizmetine 
                                        eğilenler çok kez alışılmış bir soru sormuştur: 
                                        “Bu adam bir mistik (gizemci) midir?” 
                                        Gizemciliğin Reformasyon öncesi Avrupa’sında 
                                        parlak uyanışlara öncülük ettiği birçoklarca 
                                        bilinir. Ama onun gizemcilikten haberi 
                                        bile yoktu. Buna ilişkin pek bir şeyler 
                                        duymamıştı. Türkçe’yle Ermenice’den başka 
                                        bir dili doğru dürüst bilmiyordu. (Sonradan 
                                        giderayak Arapça ile İspanyolca’yı konuşabilecek 
                                        biçimde 
                                        öğrendi.) Thomas à Kempis, St. Bernard 
                                        de Clairvaux, St. Hildegard, Master Eckhart, 
                                        Madame Guyon, François Fenelon gibi tanınmış 
                                        mistiklerin yaşam ve yazılarını okuyabilme 
                                        olanağından yoksundu.
                                      Onun gizemli 
                                        tanrısayarlığı, tutarlı dengeli duada 
                                        direşkenliği, derin hayranlıkla Tanrı’nın 
                                        Sözü’ne bağlılığı, Mesih’in günahsız yaşamına 
                                        içtenlikle imrenişi, açlıklarda –aç kaldığı 
                                        pek çok durum olmuştur– yakınmazlığı ve 
                                        başka şaşırtıcı özellikler belki de kendisini 
                                        mistisizmin sınırına getirmişti. Kuşkusuz 
                                        dünyayı, insanları, olayları pek çok kişiden 
                                        apayrı bir görüşle görmekteydi. Hem yiyeceğe, 
                                        hem lafa oruç tutardı o. Kendisine dikkatle 
                                        bakanlar sık sık dudaklarını kıpırdattığını 
                                        görürdü. Acaba ne söylerdi öyle? Diz üzerinde 
                                        dua edişi güncel alışkı olmuş. Bu insanın 
                                        Tanrı’ya yakarışta sürekliliği, O’nunla 
                                        aralıksız konuşma durumunu oluşturmuştu. 
                                        Tıpkı St. Bernard de Clairvaux’nun (1091-1153) 
                                        bir ilahisinde seslendiği gibi:
                                      “Seni düşününce İsam,
                                      Taşar kalbim hazla.
                                      Ah, tatlı yüzüne baksam
                                      Katında doyumla..”
                                      Hiç doyum bilmeyen bir açlıkla 
                                        Kutsal Söz’e dalıp orada Kurtarıcı’yla 
                                        karşılaşmak, O’nun güçlü kurtarma ve kutsal 
                                        kılma eylemiyle daha derin biçimde tanış 
                                        olmak, yüreğinin sınır tanımayan bağlılığını 
                                        O’na anlatmak yaşamının temel ilgisi ve 
                                        kovalayışı olmuş. Tüm özlemi, yücelerdeki 
                                        Mesih’in katından avuntu alarak inanlıları 
                                        avundurmak, inanmayanları o gizemli yaşamın 
                                        doyurucu zenginliğine çekmek. Böyle bir 
                                        arayış sonucunda onun hem yaşamı, hem 
                                        de ruhsal tanıklığı içtenlikli isteklilik 
                                        ve isteklendirmeyle belirir. Günahlıların 
                                        kurtulma isteği bununla anlatılabilir.
                                      Yeşaya ya 
                                        da Davut peygamber gibi soylu bir peygamber 
                                        değil, ama yüreğinde dudaklarında canlılık 
                                        bulan peygamberlik bildirisi niceleri 
                                        yeni doğuşa ve Tanrı’nın ailesinde soyluluğa 
                                        çeker. Kutsal Söz alçakgönüllü yürekten 
                                        kaynaklanır, Apollo gibi söz söyleme yeteneğiyle, 
                                        dünyanın çöllüğünde dolaşan canları çiçek 
                                        bahçelerine, taa göklere yüceltir.
                                      Vahram sadece 
                                        Vahram’dı. Taklitçilik denen tutum ya 
                                        da davranışı yoktu onun. Kökü Anadolu’da 
                                        olan Tanrı işçileri arasında onun yeri 
                                        özeldir. Otuzlu, kırklı yıllarda onun 
                                        aracılığıyla yapılan işleri salt sonsuzluk 
                                        açıklayacak bir gün. Yüreği Müslüman’a, 
                                        Hristiyan’a, Yahudi’ye, dinsize sevgiyle 
                                        dolup taşardı. Kendini herkese borçlu 
                                        sayardı: Bir günde üç ya da dört ev toplantısına 
                                        katıldığı olağandı. Ve her toplantıda 
                                        kadın erkek Mesih’e kavuşurdu. Yönelttiği 
                                        toplantılardan birine katılıp da, can 
                                        kurtulmaksızın ya da Mesih’in çekiciliğine 
                                        daha çok özenmeksizin ayrılmak olamayacak 
                                        gibiydi. Türkiye’den başlayarak, Ortadoğu 
                                        ülkelerine, Güney Amerika’nın Şili’sine 
                                        varıncaya dek Tanrı Sözü’nü, Sevinç Getirici 
                                        Haber’i özel hayranlık ve bağlılıkla yaydı.
                                      “İman etmedikleri kişiye nasıl seslenecekler?
                                      O’na ilişkin işitmedikleri kişiye nasıl iman edecekler?
                                      Söz’ü yayan olmazsa nasıl işitecekler?
                                      Gönderilmezlerse Söz’ü nasıl yayacaklar?”
                                      Kitap’ta yazılmış olduğu gibi:
                                      “Gönül açan haberler duyuranların
                                      Ayakları ne güzeldir!”
                                      (Romalılar 10;14,15).
                                      24.  ANADOLU GEZİLERİ
                                      İstanbul’da 
                                        birçok kişi yeni yaşama kavuşmuş, Rab’be 
                                        yürekten bağlanmış. Ev toplantıları güncel 
                                        bir olgu, ruhsal tanıklıkta bulunanların 
                                        sayısı kabarıyor. Anadolu’dan gelip İstanbul’da 
                                        kurtuluş bulanlar oradaki ruhsal gereksinimi 
                                        vurgulayarak Vahram’dan kentlerini, köylerini 
                                        ziyaret etsin diye dilekte bulunmakta. 
                                        O hiç kimseye söz vermeden Rabbi’ne dua 
                                        etmekte, Kutsal Ruh’un yönetimi olmadan 
                                        başkalarının ya da kendisinin kararıyla 
                                        herhangi bir işe atılmamaya kararlı. Uzun 
                                        süre, “Ya Rab, beni Anadolu’ya göndereceksen 
                                        önümde yolu hazırla!” diye içtenlikle 
                                        dua etmekte.
                                      Tanrı bir 
                                        gün şu sözlerle göksel yöntemi ona açıklar: 
                                        “Ben 
                                        Tanrı, babanın Tanrısı’yım, Mısır’a inmekten 
                                        korkma... Mısır’a seninle birlikte ineceğim” 
                                        (Yaratılış 46:34). Vahram bu buyruğu 
                                        kendisine Tanrı’ca sağlanan pasaport niteliğinde 
                                        kabul ederek Rabbi’ne teşekkürlerini sunar. 
                                        Kırklı yılların ortalarında iki kardeşle 
                                        birlikte Galata rıhtımına inerler. Samsun’a 
                                        gidecek vapura bilet satın alır. Yakınlarını 
                                        yolcu etmeye gelen bir sürü insan var. 
                                        Oracıkta birçok kitap sattıktan sonra 
                                        kardeşlerce uğurlanarak gemiye biner, 
                                        diz çökerek dua eder. Yıllar boyu hep 
                                        inanlılarla bir aradaydı. Kardeşlerin, 
                                        kız kardeşlerin yakınlığı her zaman ona 
                                        sıcak destek sağlamaktaydı.
                                      Ama şimdi 
                                        tüm gemide tek inanlı o! Hem de Rab’bin 
                                        işini ilerletmeye atanan bir Mesih bağlısı. 
                                        İblis, “Sakın gemide kitap satmaya kalkmayasın, 
                                        başın belaya girer!” diye kulağına fısıldar. 
                                        Çünkü güçlük çıkabilir yolunda düşünmekteyken, 
                                        yolculukta yalnız olmadığı aklına gelir. 
                                        Diri olan Rabbi kendisiyle birlikte değil 
                                        mi? Geride bıraktığı inanlı kardeşler 
                                        bu yolculuğun güvenli ve verimli olması 
                                        için dua etmiyor mu? Kutsal Ruh onun anısına 
                                        bu somut sorularla seslenerek tam bu işi 
                                        yapmaya atandığını ve gemiye bindiğini 
                                        ona belirtir. Tanrısal tasarının başarıyla 
                                        bütünlenmesi için duaya başlar.
                                      Kitap satmak 
                                        istediğini bir yolcuya açıklayınca o, 
                                        “Ne güzel!” diye yanıt verir. “Gemide 
                                        bunca insan var, hepsinin de okumaya vakti 
                                        bol. Ne duruyorsun, kalk ve sat!” Hiç 
                                        bilmediği bir yolcu aracılığıyla Kutsal 
                                        Ruh onu yüreklendiriyor. Yine duayla Samsun’a 
                                        varıncaya dek çeşitli parçalardan yüze 
                                        yakın satar. “Bir öğrenciye Süleyman’ın 
                                        Özdeyişleri’ni Mezmurlar’ı satmaya kalktım 
                                        o, ‘Hayır, İsa’nın hayat kitabını isterim!’ 
                                        dedi. Bunun üzerine ona bir İncil sattım.” 
                                        Hiç ummadığı bir gelişimle yüreklendirilen 
                                        Vahram teşekkür ruhuyla bunları yazmış.
                                      Aşçıbaşının 
                                        derdi başından aşkın. Vahram, “Arkadaş, 
                                        hiç çekinmeden derdini anlat!” diyor. 
                                        Adam, bir süre önce oğlunun cezaevine 
                                        girdiğini, şu anda çökük bir genç olarak 
                                        içerde yattığını açıklar. “Onu avuttum; 
                                        İsa Mesih’in somut sevgisini, kurtarışını 
                                        anlattım, armağan olarak bir de kitap 
                                        sundum. Hemen yüzü güldü. Gerçekten avuntu 
                                        buldu ve bunu bildirdi. Çok çok teşekkür 
                                        etti, vapurla yolculuk ettiğimde ucuz 
                                        tarifeden nasıl yararlanabileceğime ilişkin 
                                        bol bilgi verdi bana.” Dostluk, arkadaşlık 
                                        havası estirmek Vahram’ın hüneri..
                                      Samsun’a 
                                        ulaştılar. Vahram’ın yüreği hamtla dolu. 
                                        Birkaç Hristiyan ailesini ziyarete gider. 
                                        Başarılı bir iş adamıyla tanışır. Müslümanlar 
                                        arasında birçok dostu bulunduğunu söyleyen 
                                        bu adam, onlara armağan etmek üzere otuz 
                                        üç parça kitap satın alır. Sonra her kezinde 
                                        duyduğu bazı alışılmış soruları doğrultur 
                                        ona:
                                      
                                        - Bu 
                                          kitap değiştirilmiş olabilir mi?
- Cincilere, 
                                          bakıcılara karşı verilecek yanıt nedir?
- Haberci Pavlos’un bedenindeki diken 
                                          ne olabilirdi? vb.
Vahram her 
                                        birine gerekli yanıtı Kutsal Kitap’tan 
                                        verir: (bkz. Yeşaya 34:16; 8:19,20; II.Korintoslular 12:7-10). Konuşmaya 
                                        kulak misafiri kesilen bir Müslüman yanıtlardan 
                                        yararlandığını söyleyerek bir İncil satın 
                                        alır. Takuhi adında inanlı bir bayanla 
                                        tanışır. Bu hemşire Vahram’ı yanına alıp 
                                        ev ev dolaştırır. Birçok eve taze sevinç 
                                        gelir, kadın erkek beğeniyle Rab’bin Sözü’nü 
                                        dinler; kurtulanlar, Mesih’in kayrasal 
                                        sevgisini tadanlar olur.
                                      Daha sonra 
                                        bir meyhaneye uğrar. Sahibi Ermeni. Hem 
                                        o, hem müşteriler kitap satın alır. Vahram, 
                                        Kurtarıcı’nın kişiyi her tür günahtan 
                                        kurtarabilmeye gücü yeter olduğunu hepsine 
                                        açık açık anlatır. Bunları duyan müşterilerden 
                                        biri, “İstemeye istemeye ayaklarım beni 
                                        buraya sürükledi; hiçbir yerden yardım 
                                        bulamadım, bakalım İsa yardım edecek mi?” 
                                        diyerek dört İncil parçası satın alır.
                                      Vahram Amasya 
                                        doğrultusunda trene biner, başını eğerek 
                                        dua eder. Yandaki kompartımanda çocuklu 
                                        bir aile var. Onlarla tanışır, yardım 
                                        sunar. Adam bir yabancının gösterdiği 
                                        sevgiden etkilenerek onun kentini, işini, 
                                        istikametini sorar, bir Kutsal Kitap satın 
                                        alır. Trende pek çok kitap satılır. Amasya’da 
                                        bir kilise var. Papaz o gün özel olarak 
                                        oraya gelmiş. Vahram’ın kitap sattığına 
                                        çok sevinir, “En iyi işi yapıyorsun” der. 
                                        Papaz daha sonra ayin yapar, ama halk 
                                        birşey anlayamaz. Vahram, “Ayinde değindiğiniz 
                                        ayeti Türkçe’de anlatabilir miyim?” diye 
                                        sorunca papaz hayranlıkla onaylar. Metin 
                                        şu: “Size 
                                        önemle belirtirim; yere düşüp de ölmeyen 
                                        buğday tanesi tek başına kalır. Ama ölürse 
                                        bol ürün getirir“ (Yuhanna 12:24). 
                                      Vahram Mesih’in 
                                        bu sözleri üzerinde, O’nun ölümü ilişkisinde 
                                        canlı bir vaaz vererek, her günahlının 
                                        bu ölümden yararlanıp ürün niteliğinde 
                                        Tanrı’ya sunulması gerektiğini vurgular. 
                                        O daha sözünü noktalamadan oradakilerden 
                                        biri, “Bunların yazılı olduğu Kitap’ı 
                                        sağlayabilir miyim?” diye sorar. Hiç kimse 
                                        evine dönmek istemez. “Papaz buraya ancak 
                                        yılda bir gelebiliyor; bunlar bize her 
                                        gün gerektir” derler. Vahram yeniden gelmek 
                                        için dua edeceğini, çabadan beri durmayacağını 
                                        bildirir. Genç bir kadınla kızı İncil’i 
                                        hiç görmemiş. Günlerdir susuzlukla boğuşanın 
                                        suya kavuşması gibi Kitap’a sarılırlar, 
                                        onu bırakmak istemezler. Siyahlara bürünmüş 
                                        bir kadın oğlunu yitirmenin derin acısında. 
                                        Kutsal Ruh Vahram aracılığıyla onu avutur. 
                                        Bu kadınlar Mesih bağlısı olur. Yıllar 
                                        öncesi eline bir Kitap geçmişken, onu 
                                        meraklı bir yakınına kaptıran biri yeniden 
                                        Kutsal Kitap’a kavuşmanın sevincinde. 
                                        On bir yaşında bir kızcağız yüksek sesle 
                                        dua etmek istiyor, ama nasılını bilemiyor. 
                                        Bu kız kurtuluyor, İsa Mesih’e hamt duası 
                                        yükseltiyor ve dua etmesini öğreniyor. 
                                        Vahram Pazar ayinine katılıyor, papaza 
                                        yardım ediyor. Oradakileri çok etkiliyor 
                                        bu.
                                      Bir hocayı 
                                        ziyarete gidiyor, ona vaftizci Yahya’nın 
                                        Tanrı mucizesi sonucunda doğmasıyla ilgili 
                                        kesimi okuyor. Hoca, “Üç yıldır bir İncil 
                                        aramaktaydım, ama bulamıyordum; şimdi 
                                        onu ayaklarıma getirdin” diyerek teşekkürle 
                                        bir tane satın alıyor, adresini veriyor. 
                                        Bu sırada başka bir hoca, “Bu kitap değiştirilmiştir” 
                                        sözleriyle araya giriyor, Vahram’ı iyice 
                                        haşlıyor. Sonra ona, “Allah’ı nasıl bilebilirsin?” 
                                        yolunda bir soru doğrultuyor. O tatlılıkla 
                                        Kutsal Kitap’tan şu yanıtı veriyor: “Tanrı 
                                        adaletli bir yargıçtır. Evet, öyle bir 
                                        Tanrı ki, her gün öfkelidir” (Mezmur 7:11). 
                                        Hoca bu kez cincilere, bakıcılara 
                                        ilişkin bir soruyu dile getiriyor. Vahram 
                                        Yasa’nın Tekrarı 18:9-14’le yanıtlıyor. 
                                        Hoca, Yuhanna 
                                        16:7-13’teki PARAKLİT konusuyla ilgileniyor. 
                                        Vahram bunu da yanıtlayınca, hoca az önce 
                                        öfkeyle konuştuğu için özür diliyor, bir 
                                        Kutsal Kitap satın alıyor. Vahram’ı başka 
                                        hocalarla buluşturmak istiyorsa da bu 
                                        gerçekleşmiyor.
                                      Amasya’da 
                                        bir Ermeni düğünü düzenlenmiş. Birçok 
                                        Müslüman da çağrılılar arasında. Vahram’ın 
                                        katılmasını istiyorlar, konuşması için 
                                        vakit ayırıyorlar. Rab İsa’nın Kana kentinde 
                                        düğüne katılarak tüm şölene sınırsız kutluluk 
                                        getirdiğini okuyor (bkz. Yuhanna 2). Evlenen çiftin anaları 
                                        ve babaları derin hayranlıklarını belirterek, 
                                        daha önce hiçbir düğünde Türkçe olarak 
                                        bu tür bir konuşma duyulmadığını söylüyorlar, 
                                        onun her yıl iki-üç kez gelmesini istiyorlar!
                                      Merzifon’u 
                                        ziyaretten sonra, Gümüşhacıköy yolunda 
                                        otobüs bozuluyor. Şoför kısa sürede düzeltilemeyeceğini, 
                                        kalan yolun yaya olarak bir buçuk saat 
                                        tutacağını, dileyenin hiç beklemeden gitmesini 
                                        salık veriyor. Yolcular bavullarını omuzlayarak 
                                        yürümeye başlıyor. Ama Vahram’ın bavuldan 
                                        başka bir sürü kitabı var. Gümüşhacıköy’de 
                                        birçok aileyi ziyaret edecek. Onlara kitap 
                                        götürülmeli. Rabbi ona özel güç sağlıyor. 
                                        Hem bavulunu, hem kitap kartonunu taşıyarak 
                                        yaklaşık iki saat yol yürüyor. Yük giderek 
                                        ağırlaşmaktayken, daha önceki çağlarda 
                                        Mesih’in Sevinç Getirici Haberi’ni yayanları 
                                        düşünüyor, Rabbi’ne şükrediyor. “Onlar 
                                        ağır yükle iki saat değil, birçok gün 
                                        yol yürümedi mi? Kendisi yerine Golgota 
                                        tepesine o ağır haçı taşıyan Mesih için 
                                        iki saat yol yürümek de ne ki?” Bu derin 
                                        düşüncelerle aşılan yol bir hiç gibi geliyor 
                                        ona.
                                      En sonunda 
                                        kente vardığında Rabbi’ne şükür sunuyor, 
                                        bir kişiden başlayarak birçok insanla 
                                        ilişki kuruyor, bunlar dostluğa dönüşüyor. 
                                        İşin garibi burada da bir düğün töreni 
                                        var. Hiç duraksamadan onu davet ediyorlar. 
                                        Birkaç saat içinde kendisini toparlıyor, 
                                        çağrılılar arasında yer alıyor. Tanrı’nın 
                                        sevinç getirici sözünü yaymaya düğün yerinden 
                                        daha uygun bir yer düşünülebilir mi? Amasya’daki 
                                        deneyim sanki burada da yineleniyor. Ertesi 
                                        gün evleri ziyarete çıkınca, Tanrı Sözü’nü 
                                        işitmeye, Mesih’i kabul etmeye, iki saat 
                                        yol yürüyerek taşıdığı o kitapları satın 
                                        almaya can atan birçok insanla karşılaşıyor. 
                                        Bir genç peşin para vererek İstanbul’dan 
                                        on Kutsal Kitap ısmarlıyor. Gümüşhacıköy 
                                        ziyareti bu sıradan daha birçok sevindirici 
                                        gelişimle son buluyor.
                                      Otobüsün 
                                        bozulması giderayak bir alışkı olmuş sanki. 
                                        Tokat’a yolculuk etmekteyken Turhal’da 
                                        aynı arıza, aynı alıkonulma. Onarım uzun 
                                        vakit alıyor. Turhal’da durak yapmak tasarısı 
                                        yokken önünde yeni bir fırsat kapısı açılıyor. 
                                        Bu yerde kendisini kabul edecek kişilerle 
                                        ilişki kurabilmek için Rabbi’ne içtenlikle 
                                        yakarıyor. Araştırmalar olumlu sonuç vermiyor; 
                                        Rab ona soruşturmayı, araştırmayı sürdürmesini 
                                        buyuruyor. Sonunda bir Hristiyan’la karşılaşıyor. 
                                        Hali vakti yerinde olan bu adam onu evine 
                                        alıyor. Vahram evdekilere konuşmaya başlayınca 
                                        adamın on iki yaşındaki oğlu, “Ne olur 
                                        baba?” diyor, “Onun hemen gitmesine izin 
                                        verme!” Böylece, geceyi orada geçirsin 
                                        diye çok sıcak bir davet alıyor. O, “Tek 
                                        koşulla kalabilirim” diyor. “Bu akşam, 
                                        ilgilenenleri çağırarak evde bir toplantı 
                                        düzenlerseniz.” Bu dilek sevinçle onaylanıyor. 
                                        Hava kararmakta. Bir taşıyıcı göndererek 
                                        bavulunu getirtiyorlar. Beş aile bir araya 
                                        gelmiş; heyecanları yüzlerinden okunuyor. 
                                        Çoktandır Tanrı Sözü’nü duymamışlar; çölde 
                                        susuzluktan kıvrananlar gibi.. Kitapları 
                                        yok! Ev sahibi yirmi iki yaşındaki kardeşini 
                                        yitirmiş olmanın üzüntüsünde. Öyle bir 
                                        toplantı oluyor ki, herkes Tanrı huzurunun 
                                        sevincine doyamıyor. Birçoğu tövbe ederek 
                                        Mesih’e bağlanıyor. Yanında kalan kitaplardan 
                                        satıyor. Ertesi gün, Tokat’ta olacak.
                                      Ve Tokat. 
                                        İstanbul’dayken Mesih’e iman etmiş bir 
                                        hemşireyi buluyor orada. O’nun evinde 
                                        akşam toplantısı oluyor, pek çok kişi 
                                        katılıyor. İsa Mesih’in kurtuluş sağlayışını 
                                        değerlendirenler, kitap satın alanlar 
                                        çok. Gençler diz çökerek Tanrı’ya, İsa 
                                        Mesih’e sevgilerini açıklıyor. Evin içinde 
                                        esen imbat herkesi etkiliyor. Bir aile 
                                        Kutsal Kitap’ı elde etmek için kaç kez 
                                        İstanbul’a yazmış, yanıt alamamış. En 
                                        sonunda bunu elde edebilmenin sevinci 
                                        içindeler. Kısa zamanda yeniden gelmesini 
                                        içtenlikle diliyorlar istemeye istemeye 
                                        onu yolcu ediyorlar.
                                      Tokat’tan sonrası 
                                        Sivas. Tanrı’nın sağlayışıyla, uğradığı 
                                        her kent ve kasabada biri çıkar, gönüllü 
                                        kılavuzluk yapar. Buradaki kılavuz seksen 
                                        yaşında bir bayan. Her yanı evinin her 
                                        bir köşesini bilircesine bilmekte. Mahalleden 
                                        mahalleye, evden eve gidiyorlar. Tanrı’nın 
                                        kutluluğu birçok kişinin gönenci oluyor. 
                                        İsa Mesih’in şu sözleri gerçekleşiyor: 
                                        “Herhangi bir kent ya da kasabaya girdiğinizde, kimin saygıdeğer 
                                        olduğunu sorun ve ayrılıncaya dek o yerde 
                                        kalın. Eve girerken oraya esenlik dileyin. 
                                        Eğer o ev saygıdeğer ise esenliğiniz üzerine 
                                        insin; saygıdeğer değilse, esenliğiniz 
                                        sizlere geri dönsün” (Matta 10:11-13). 
                                        
                                      İsa Mesih’le 
                                        ilgili bilgileri hiç denebilecek düzeyde 
                                        sayılan birçok kişiyi aydınlatıyor. Çocuklar 
                                        Mesih’in üstün öğretisinden ve yaşamından 
                                        bilgisiz olduklarım davranışlarıyla gösteriyor. 
                                        Bir mahalleye gelirken onları taşlamaya 
                                        başlayan bir çocukla karşılaşıyorlar. 
                                        Onun bir Ermeni çocuğu olduğunu öğrendiğinde 
                                        Kutsal Kitap’tan sevgi öyküleri anlatıyor. 
                                        Çocuk bunları öylesi beğeniyor ki, sağa 
                                        sola koşarak on arkadaş topluyor. 6-12 
                                        yaşlarındaki bu çocuklar duyduklarını 
                                        kendilerinden geçercesine ilgiyle dinliyor. 
                                        Mesih’in adını, çarmıhta onlar için öldüğünü 
                                        hiç duymamışlar bile!
                                      Çocuklardan 
                                        birinin annesi gelişimi izleyerek Vahram’la 
                                        rehberini eve çağırıyor. Aynı öyküler 
                                        biraz başka biçimde bu bayana anlatılınca 
                                        o ağlamaya başlıyor. Vahram soruyor: “Bu 
                                        güzel Kutsal Kitap öykülerini çocuklara 
                                        niçin anlatmıyorsun?” O, acı acı yakınarak, 
                                        “Bizim gibi cahiller kime ne öğretsin 
                                        ki?” diyor. Kadın oracıkta tövbe ediyor, 
                                        kurtarıcı Mesih’e içten iman ediyor. Her 
                                        uğradığı yerde Tanrı’nın Kutsal Ruhu onun 
                                        sözlerini böyle etkiliyor, gerekli desteği 
                                        sağlıyor. Çocuklar da Mesih’in kanında 
                                        yıkanmak, arıtılmak için dua ediyor. Kadın 
                                        Mezmurlar’ı alıyor, Vahram’ın önerisiyle 
                                        yirmi üçüncü Mezmur’u çocuklara öğretmeye 
                                        başlıyor. Bu mahallede epey kitap satılıyor. 
                                        Bir Hristiyan kızı annesinin satın aldığı 
                                        Kutsal Kitap’ı okula götürüyor. Öğretmeni 
                                        kitabı beğeniyor, öğrencilere oradan okumaya 
                                        başlıyor. Anlayamadığı bir yerde takılınca 
                                        çocuğu anne babaya salıyor, orayı açıklamalarını 
                                        istiyor.
                                      Sivas’ta 
                                        yer yer ev toplantıları oluyor. İçi ısınanlar 
                                        birçok akşam bir arada Tanrı huzurunun 
                                        gönenciyle paydaşlık ediyor. İnsanlar 
                                        tövbe ediyor, tanrısal bağışa kavuşuyor. 
                                        Kitapçı dükkânlarına kitaplar bırakılıyor, 
                                        siparişler alınıyor. Sadece bir kitapçı 
                                        onu yüzgeri ediyor. Vahram bu adam için 
                                        dua ederek ayrılıyor. Yaklaşık bir hafta 
                                        geçirdiği Sivas’tan ayrılırken pek çok 
                                        kişi, birçok aile ve dükkân sahibi bu 
                                        ilginç ziyaretçinin tanıttığı Mesih’in 
                                        konusunu etmekte. Rab İsa Mesih’in sevgisi 
                                        bu mübeşşirden başka canlara geçmekte..
                                      İstanbul’a 
                                        dönmeden önce son uğradığı yer Ankara. 
                                        Başkent’in yerli Hristiyanları işe güce, 
                                        alıp satmaya dalmış, ilgisiz ve bilgisiz 
                                        bir âlemdeler.. Tutumları ruhuna çöküntü 
                                        getiriyor. Sonunda bir-iki inanlıya rastlıyor. 
                                        Birlikte dua ediyorlar, çöküntülü ruh 
                                        onu bırakıyor. Bazı yabancı inanlılarla 
                                        tanışıyor, onların dilini bilmemeye karşın 
                                        ruhları hemen bağdaşıyor. Ona kendi toplantı 
                                        yerlerini açıyorlar; Ankara’da on dört 
                                        gün geçirerek birçok verimli toplantı 
                                        yönetiyor. Gelip Söz’ü dinleyenler, tövbe 
                                        ederek iman aşamasına yükselenler, kurtulanlar 
                                        çok. Bu arada bir hamt konusu var: İstanbul’a 
                                        sipariş edilen kitaplar ulaşmış. Elindeki 
                                        kitaplar çoktan suyunu çekmiş. Yeni gelen 
                                        kitaplar bol bol satılıyor. Önünde açılan 
                                        kapıların hesabı yok. Aileler onu ilgiyle 
                                        evlerine çağırıyor; evlerde gözyaşlarıyla 
                                        tövbe edenler oluyor.
                                      Çeşitli 
                                        gereksinimi olanlar, hastalık çekenler 
                                        yaklaşarak para veriyor, yaşamları için 
                                        dua dileğinde bulunuyor. Kutsal Kitap’ın 
                                        okunmasını dinlemek istiyor. Ama Vahram 
                                        bu tür hizmete karşılık para kabul eden 
                                        biri değil. Paralarını kesinlikle geri 
                                        veriyor. Bazıları, “Bu adam sağa sola 
                                        koşarak herkese konuşmaktan, dua etmekten, 
                                        başkalarını yüreklendirmekten ne yarar 
                                        çıkarıyor ki!” biçiminde düğümlü sorular 
                                        sormakla oyalanıyor.
                                      Ermeni bir 
                                        iş adamı, güzel bir ikramda bulunayım 
                                        dürtüsüyle onu çalgılı-içkili bir gece 
                                        merkezine götürmeye kalkıyor. Vahram her 
                                        zamanki tatlı gülümsemesiyle, “Böyle yerlere 
                                        gitmek alışkım değil!” diyor. Adam üsteledikçe 
                                        üsteliyor, o dua ediyor: “İsam, İsam, 
                                        İsam!” Karşısındaki şaşırıyor, “İsa’nın 
                                        bu tür işlerle ne ilgisi var ki?” diye 
                                        merakla soruyor. Vahram, “Gelip seni kurlarsın 
                                        diye İsam’a yakarıyorum” diyor. Adamın 
                                        tutumu değişiveriyor. Vahram, “Beni danslı-eğlenceli 
                                        içkievine davet edecek yerde evine götürmez 
                                        misin?” diye soruyor. O hiç direnmeden, 
                                        “Buyur gidelim” diyor. Evine böylesi erkeninden, 
                                        hem de çok efendi birisiyle geldiğini 
                                        gören ailesi sevinçten uçacak oluyor. 
                                        Meğer eşinin meyhaneye uğramadığı, sarhoş 
                                        dönmediği akşam olmazmış. Hem de o gün 
                                        at yarışlarında önemli bir para yitirmiş, 
                                        derdini unutuvermek için çalgılı-içkili 
                                        eğlence evine gitmeyi niyet etmiş. Ama 
                                        Tanrı sadık işçisi Vahram aracılığıyla 
                                        o bozuk tasarıyı bozmuş. Evde ona ve ailesine 
                                        Tanrı’nın Sevinç Getirici Haberi’ni anlatıyor; 
                                        iman ediyorlar, tövbeye geliyorlar, Rab 
                                        tüm ailede göksel kayra eylemini bütünlüğe 
                                        erdiriyor. Adam içki masasından, kumar 
                                        tuzağından kurtarıcı Mesih’in sevgi dolu 
                                        kucağına atılıyor.
                                      Ankara’daki 
                                        son toplantıya Yahudi bir bayan da katılıyor. 
                                        İlk kez olarak duyduğu ruhsal tanıklıklar, 
                                        dualar, ilahiler ve konuşma canını derinden 
                                        etkiliyor, onun elinde kalan en son İncil’i 
                                        satın alıyor. Sevinçli bir gece toplantısı 
                                        birçok kişiye erinç getiriyor.
                                      Yorucu, 
                                        ama bol ürünlü uzun bir geziyi sonuçlamış 
                                        olmanın mutluluğuyla ertesi sabah İstanbul’a 
                                        ayrılması gerek. Önceden alınmış bileti 
                                        yok. Sabah erkenden otobüs yazıhanesine 
                                        –o günlerde merkez garajı yok– gidip bilet 
                                        sağlaması zorunlu. Ama gecikiyor. İstanbul 
                                        otobüsünde –sabahları bir sefer– yer kalmadığını 
                                        öğrenince hemen Rabbi’ne dua ediyor. Tam 
                                        o sırada, yolculuktan cayan biri beliriyor, 
                                        elindeki bileti satmaya çalışıyor. Vahram’ın 
                                        önünde dikiliveriyor. O, ayağına gönderilen 
                                        bileti Tanrı’ya şükür sunarak satın alıyor. 
                                        Ne yazık, adama satabileceği bir tek kitabı 
                                        kalmamış! En ön sırada on iki saatlik 
                                        İstanbul yolculuğuna başlıyor. O sabah 
                                        Kutsal Kitap’ı okumak, Babası Tanrı’ya 
                                        dua etmek için gerekli zamanı ayırmış, 
                                        bu önemli paydaşlığı savsaklamamaya dikkat 
                                        etmiş. Bu yüzden otobüs yazıhanesine gelişini 
                                        geciktirmiş, ama en ön sırada ayrılmış 
                                        yer kendisini bekliyor ve yanındaki yolcu 
                                        arkadaşa Mesih’i tanıtıyor.
                                      25.  LYMAN MAC CALLUM’UN KALEMİNDEN
                                      Uzun yıllar 
                                        Kitab-ı Mukaddes Şirketi’nin müdürlüğünü 
                                        yapan Lyman Mac Callum’a, Vahram’ın ilettiği 
                                        birçok ilginç deneyimi bu adam kaleme 
                                        almış. Türkiye’yi vatanı yapan, 1955’te 
                                        İstanbul’da müdürken yaşama gözlerini 
                                        yuman bu adam “CALL TO İSTANBUL” (İstanbul’a 
                                        Çağrı) adlı ilginç bir kitabın yazarıdır. 
                                        Üstat bir yazar olan Bay Mac Callum’ın 
                                        biriktirdiği çeşitli olguları bu yaşam 
                                        öyküsünün içine almak uygun ve yerinde 
                                        olur. Önümüzdeki iki parça bu adamın yazılarından 
                                        alıntıdır:
                                       
                                       
                                      TOROS EKSPRESİNDE BİR MELEK
                                      Yolculuk 
                                        çok güzel başlamıştı. Toros ekspresinin 
                                        çift ranzalı kompartımanında Vahram’ın 
                                        yolculuk arkadaşı saygıdeğer bir bey. 
                                        Kendisini Mekke belediyesinin hazinedarı 
                                        olarak tanıtır, İstanbul’a tedavi için 
                                        gelmiş. Vahram’a alt ranza verilmiş. Kendisinin 
                                        oldukça genç, yol arkadaşıysa daha yaşlı 
                                        biri olduğu için Vahram üst ranzaya tırmanmayı 
                                        gönül hoşluğuyla kabul eder. Adam teşekkürlerini 
                                        sunar. Yolculuk sıkı fıkı dostluğa dönüşür. 
                                        Vahram ona Arapça ve Türkçe Kutsal Kitap’ı 
                                        uzatır, adam derin merakla incelemeye 
                                        başlar kitabı hiç görmemiş biri!
                                      İkinci gün 
                                        Suriye sınırına yaklaşmadan önce Türkçe 
                                        kitapların tümünü satmaya çalışır. Yataklı 
                                        vagonlara uğrayarak işini sürdürür. Sadece 
                                        iki bayan onun yaptığı işi kınar. “Bu 
                                        kitaplarla insanların beynini zehirliyorsun” 
                                        diyerek sert sert onu paylarlar. Trende 
                                        herkes dost; salt bu bayanlar saldırgan. 
                                        Vahram sürekli duada. İstasyonlarda azıcık 
                                        para karşılığı şişelere su dolduran çocuklara 
                                        kompartımandaki birkaç boş şişeyi doldurtarak 
                                        para yerine Kutsal Kitap parçaları verir. 
                                        Tüm şişeler doldurulduktan sonra bir çocuk 
                                        gelir, “Ağabey, bana da bir kitap versene” 
                                        diye yalvarır. Ama parasız kitap verilmemesi 
                                        gerektiğinden, çocuğa, “Git on kuruş getir, 
                                        kitabı satın al!” der. Çocuk, “Amca, hiç 
                                        param yok, ne olur bana da bir kitap ver!” 
                                        diyerek içtenlikli dileğini üsteler. Tren 
                                        ayrılırken çocuk durmadan yalvarıyor. 
                                        Sonunda böyle bir dileğe dayanamayarak 
                                        çocuğa kitabı verir.
                                      Gelişimi 
                                        izleyen bayanlar öfkeyle ona çıkışır: 
                                        “Çocukların beynini zehirliyorsun sen. 
                                        Polis nerede?” Kadınlar ortalığı velveleye 
                                        veriyor. O anda uzun boylu bir adam yaklaşır. 
                                        Satmakta olduğu kitaplardan birer kopya 
                                        ister Vahram’dan. Her birinden birer parça 
                                        aldıktan sonra, “Şimdi de o bayanlara 
                                        birer tane” deyince, Vahram, “Onlar bela 
                                        çıkarmak istiyor” der. Adam, “Bırak işi 
                                        bana” yolunda yanıt verir. “Bu kitapları 
                                        bana satıyorsun, onlara değil!” Böylece 
                                        parayı saydıktan sonra, bayanların kompartımanına 
                                        yaklaşarak, “Onlara karşı bağırıp çağırdığınız 
                                        kitapları hele bir araştırın” diyerek 
                                        ayrılır. Vahram bir Tanrı meleğinin Toros 
                                        ekspresinde yolcululuk ettiğine, o güç 
                                        durumda yardımına yetiştiğine inanır, 
                                        bu beklenmedik gelişim için Tanrı’ya şükür 
                                        sunar. Bayanlarla hiç ilgilenmiyormuş 
                                        gibi gözükür. Az sonra pencerenin önünde 
                                        dikilip dışarıyı seyrediyormuş gibi davranır; 
                                        ama kulağı kirişte. Ne duyuyor öyle? Bayanlardan 
                                        biri o kitapçıktan. İsa’nın Zakkay’ı çağırmasını 
                                        ilgiyle okuyor, öbürüyse onu dinliyor. 
                                        Yeniden Tanrı’ya şükür yükseltiyor.
                                      Tren Adana’ya 
                                        dayanınca kadınlar iniyor. Acaba parçaları 
                                        orada mı bıraktılar diye kompartımana 
                                        baktığında hiçbir şey göremiyor. Bu kez 
                                        pencerede dikilip gözleriyle peronu taramakta. 
                                        Bayanlar kendilerini karşılamaya gelenlerle 
                                        kucaklaşıyor. Vahram acaba kendisini görecekler 
                                        mi diye merak ederken, bayanlar valizlerini 
                                        toplayıp yavaş yavaş oradan ayrılıyor. 
                                        Biri azıcık geride kalarak, “Size iyi 
                                        yolculuklar!” deyince o, “Tanrı sizinle 
                                        olsun” karşılığında bulunuyor, kanepeye 
                                        çöküp yürekleri yumuşatan ve değiştiren 
                                        Tanrı’ya içtenlikle dua yükseltiyor. Vahram’ın 
                                        çeşitli Anadolu yolculuklarında Tanrı 
                                        Sözü’nü satması böyle çarpıcı deneyimlerle 
                                        dolu.
                                      26.  SAMSUN’A UZANAN YOLCULUK
                                      Bedros Tozluyan 
                                        çok küçük yaşta Kaliforniya’ya gitmiş, 
                                        Frezno’da toprak almış bağlar yetiştirmiş 
                                        varlıklı biri olmuş. 1953 yılında doğduğu 
                                        vatanı ziyarete gelince, daha önce ona 
                                        ilişkin çok şey duyduğu Vahram’dan kendisiyle 
                                        birlikte geziye çıkmasını istiyor. Birçok 
                                        arkadaşı ona yardımda bulunuyor, böylece 
                                        masraflarını karşılaması sağlanıyor. Gezi 
                                        24 Haziran’dan 18 Temmuz’u kapsayacak. 
                                        Yola koyulmak için evinden çıkınca Mezmurlar’dan 
                                        şu Söz kendisine bir kutlama duası gibi 
                                        geliyor: “RAB 
                                        kendisinden korkanlardan, kayrasına umut 
                                        bağlayanlardan hoşnut olur” (147:11). 
                                        İlk Kutsal Kitap o sabah Tozluyan’ın ötelinde 
                                        kâtibe satıldı. Kâtip otele her ulustan 
                                        insan geldiğini söyleyerek altı dilde 
                                        kitap ısmarladı. Ankara otobüsü için bilet 
                                        kesenlere birçok İncil parçası satıldı. 
                                        Yanında oturan yolcu fakülte bitirmiş 
                                        bir devlet memuru. Vahram çantasını açarak 
                                        bir Kutsal Kitap sunuyor: “Bununla tanış 
                                        mısınız, beyefendi?” Adam bir anlık duraksamadan 
                                        sonra, “Sizin dükkân tünelde değil mi?” 
                                        diye soruyor. Vahram, “Evet” deyince o, 
                                        “Tuhaf iş!” diyor. “Kaç kez dükkânınızın 
                                        önünden geçtim, uğrayıp bir kitap satın 
                                        alayım dedim; ama bir türlü vakit bulup 
                                        isteğimi yerine getiremedim. Şimdi bunu 
                                        ayağıma getiriyorsun. Hem de tam uygun 
                                        zamanda. Tatilimi geçirmek için bir dağa 
                                        gidiyorum, iki hafta boyunca bir ağacın 
                                        altına çekilip kitabı okumaya bol vaktim 
                                        var.”
                                      İstanbul-Ankara 
                                        yolculuğu on iki saat. Yollar tümden asfaltlanmamış. 
                                        Yer yer tozlu, rampalı. Vahram’la yol 
                                        arkadaşı Ankara’da altı gün geçiriyorlar. 
                                        Evden eve uğrayarak birçok aileyi ziyaret 
                                        ediyorlar. O altı yıl önce Ankara’da çok 
                                        verimli birkaç gün geçirmiş. Kendisini 
                                        tanıyanlar ikisini de sevinçle karşılıyor. 
                                        Birçok derdi olanlar, dua dileyenler, 
                                        avuntu arayanlar var. Kitap satışı oldukça 
                                        yüreklendirici. Önceki ziyaretinde kitap 
                                        satın alanların bunları okumakta olduğunu 
                                        görerek Rabbi’ne hamdediyor.
                                      Pazar sabahı 
                                        bir evde toplantı var. Yaklaşık elli kişi 
                                        evin iki odasına sıkışmış. Isı yüksek 
                                        olduğundan pencereler tümden açık. Dışarıdan 
                                        toplantıyı izleyenler var. Aralarında 
                                        bir polis memurunun eşi de bulunuyor. 
                                        Ev sahibi bu bayanı içeri davet edince, 
                                        kadın sonuna dek kalıyor, teşekkür ederek 
                                        İncil parçaları alıyor.
                                      Kutsal Ruh’ça 
                                        esinlenen ve belirgin biçimde desteklenen 
                                        etkin bir öğüt verildi o gün. Alışkısı 
                                        olduğu üzere, kimlerin kurtulmaya, tövbe 
                                        etmeye gereksinimli olduğunu sordu. O 
                                        yerde Tanrı erinci hissedilir biçimde 
                                        egemen; bir de toplananlar arasında günahlılık 
                                        anlayışı belirgin. Yönelttiği toplantılarda 
                                        bu iki önemli öğeyle karşılaşmak çarpıcı 
                                        görünüm. Birçok kadın erkek içindeki köklü 
                                        gereksinimi açıklamaktan çekinmedi. Bu 
                                        iki oda tanrısal görkemin açıklandığı 
                                        bir tapınağa dönüştü. Katılanlar bir türlü 
                                        gitmek istemiyor. Toplantı sonunda süren 
                                        söyleşi ve yarenlik, oluşan sıcak havanın 
                                        uzantısı. Bireyler Rab’bin sınırsız iyiliğinden 
                                        söz etmekte.
                                      Vahram yanındaki 
                                        kitapların neredeyse tükenmekte olduğunu 
                                        gördüğünde, İstanbul’a Şirket’e telefon 
                                        ederek, Ankara’dan ayrılışından önce yeter 
                                        sayıda kitap gönderilmesini istiyor. Telefon 
                                        kulübesinden ayrılmaktayken, konuşmayı 
                                        duyan, onun hayranlığına dikkati kayan 
                                        memur, kolaycacık satılmakta olan, yeni 
                                        sipariş gönderilen bu kitapların özelliği 
                                        ne olduğunu sorar. O, kitapları tanıtınca 
                                        hepsinden birer tane satın alır. Umulmadık 
                                        durumlarda iştahlı alıcılardan biri.
                                      O gün Enver 
                                        Songar’ı ziyaret ederler. Ağabeyisi Ömer’le 
                                        birlikte yıllar öncesi Almanya’dayken 
                                        kurtuluş bulan Enver paydaşlıktan yoksun, 
                                        ruhsal yaşamda tümden cılız bir inanlı 
                                        kalmış. Eşiyle birlikte ruhsal yalnızlığın 
                                        güçsüzlüğündeler. Ankara ziyaretinin değeri 
                                        sanıldığından daha yararlı. Dağınık yerlerde 
                                        paydaşlığa, avuntuya gereksinimli kişileri 
                                        ziyaret etmenin yararı yolculuğa parlak 
                                        boyutlar katmakta. Vahram, “Bir tek aileyi 
                                        görebilmenin sevinci yolculuğun her çeşit 
                                        güçlüğünü taşımaya değer” diye yazmış.
                                      Buradan 
                                        ileriye gidiş heyecan verici: Vahram’ın 
                                        doğup büyüdüğü Sungurlu. Dört saat süren 
                                        sıçramalı bir otobüs yolculuğundan sonra 
                                        iki kardeş yerlerine ulaşıyor. Bir taşıyıcı 
                                        buluyorlar; bavulları otele taşımasını 
                                        istiyorlar. Ardından bir tanışın dükkânına 
                                        gidecekler. Emekçi arkadaş, “Olmaz!” diyor. 
                                        “Bu yerde dostlarımızı otellerde bırakmayız. 
                                        Sizi o dükkâna götürürüm; evlerinde yatırmazlarsa 
                                        benim evime geleceksiniz.” Böylesi konukseverlik 
                                        yüreklerini duygulandırıyor. Dükkâna vardıklarında 
                                        o yerin sahibi sanki iki ziyaretçiyi bekliyormuş 
                                        gibi onları bağrına basıyor. Vahram taşıyıcıya 
                                        candan teşekkür ederek emeğinin karşılığını 
                                        sunuyor; bir de İncil parçası.
                                      Sungurlu’da 
                                        on iki Hristiyan ailesi yaşamakta. Toplantıları 
                                        ne yok. Herkes sevinçle akşamki toplantıya 
                                        katılıyor. Hemşerilerini aralarında görmek, 
                                        hem de kendisinden bu tür içtenlikli sözler 
                                        işitmekle anlatılamayan gönence geliyorlar. 
                                        Vahram’la Tozluyan’ın ağzından çıkan sözleri 
                                        sanki yutuveriyorlar. Bir sürü soruları 
                                        var. Vahram bunları yanıtladıktan sonra 
                                        tövbe ve kurtuluş konusuna dönüyor. Hazır 
                                        bulunanların tümü günahlılığını tanıyarak 
                                        Mesih’in karşılıksız kurtarışını kişisel 
                                        yaşamı için değerlendiriyor. Tanrı önünde 
                                        imanla doğruluğa kavuşmanın oluşturduğu 
                                        sevinci içtenlikli hamt dualarına dönüştürüyorlar. 
                                        Vahram bakkal Hanif’in bir süre önce öldüğünü 
                                        öğreniyor. Hemşerilerine birçok kitap 
                                        sattıktan sonra, burada sevince gark olmuş 
                                        küçük bir topluluk bırakarak vedalaşıp 
                                        gidiyorlar.
                                      Bundan sonraki 
                                        ziyaret Kayseri’ye. Bu kez trene atlıyorlar. 
                                        Trende bir sürü kitap satıyor. Özellikle 
                                        tren memurunun ilgisi cesaret getirici. 
                                        Bir yerde çok kısa bir durak yapıyorlar. 
                                        Tren memuru koşa koşa onun kompartımanına 
                                        geliyor, “Çabuk, o kitaplardan bir sıra 
                                        daha ver” diyor, “İstasyon şefi istiyor.” 
                                        Kutsal Ruh’un böylesi yüreklendirici, 
                                        hem de yabansı biçimlerde iş gördüğü için 
                                        başını eğerek Tanrı’ya teşekkürünü sunuyor.
                                      Kayseri’ye 
                                        ulaştıklarında dosdoğru Ermeni kilisesine 
                                        gidiyorlar. Papaz Haygazun onları sınırsız 
                                        sevgiyle karşılıyor, kilisenin odalarından 
                                        birinde konuk ediyor. Bu sağlayış, her 
                                        akşam kilise avlusunda toplantı düzenlemeye 
                                        yol açıyor. Katılanların sayısı kabarık. 
                                        Tanrı Sözü’nü ilgiyle dinleyenler, soru 
                                        soranlar çok. Papaz tüm toplantılarda 
                                        hazır. Her açıdan yardımda bulunuyor, 
                                        katılanları yüreklendiriyor. Kurtarıcı’ya 
                                        iman ederek kurtulanlar az değil.
                                      Buradan 
                                        Talas’a yöneliyorlar, bağlıklarda bir 
                                        hemşireyi ziyaret ediyorlar. Özelliklerinden 
                                        biri düzenli akılla iş görmek olan Vahram, 
                                        “Burada bizi dört yönlü görev beklemekteydi” 
                                        diye gözlemde bulunuyor. “Yanımızdaki 
                                        hemşire ruhsal paydaşlık yokluğu içinde 
                                        çok üzgün, Tanrı’nın Sözü’nden onu yüreklendirdik, 
                                        avuttuk” diyor ve devam ediyor: “Eşi imandan 
                                        çok ırak. Kendisine en uygun biçimde Tanrı’nın 
                                        sevgisini anlattık; adam oldukça yumuşadı.” 
                                        Ardından gözlemlerini şöyle sürdürüyor: 
                                        “Bir de kızları var. Son günlerde eşini 
                                        yitirmiş genç bir dul. Hem avuntuya hem 
                                        de kurtuluşa gereksinimli. Kendisiyle 
                                        konuştuğumuzda sıkıntılarının ötesinde 
                                        Tanrı’nın sevgisini kavrıyor, bunun somut 
                                        belirtisi olan kurtarıcı Mesih’e gönülden 
                                        iman ediyor, kurtuluşun gönencine eriyor.” 
                                        Bir de, konu komşu her zaman evin bayanından 
                                        Kutsal Kitap’ı ister, okumaya ilgi gösterirmiş. 
                                        Gelgelelim, onun yanında kitap ne yok! 
                                        “Komşuların da isteğini karşıladık, birçok 
                                        kitap sattık” diyerek dört yönlü görevin 
                                        nasıl bütünlendiğini sevinçle anlatıyor. 
                                        Karşısına çıkan gereksinimleri yerine 
                                        göre değerlendirerek bunlara eğilen bir 
                                        işçi.. “Her kentte, her köşede bu türden 
                                        gereksinimler güncel görünüm!” diye bir 
                                        not eklemiş anılarına.
                                      Verimli 
                                        bir hizmet dönemini tamamlayarak Kayseri’den 
                                        ayrılıyorlar. Uzun bir otobüs yolculuğundan 
                                        sonra Everek’e varıyorlar. Burada da kilise, 
                                        papaz var. Bir evde konuk ediliyorlar. 
                                        Daha yerleşmeden komşular küme küme akın 
                                        ediyor. Tanrı’nın verdiği ivedi görev 
                                        hemen başlıyor. Aralarında gerçek inanlılar 
                                        var. Dua toplantısı olacak, sözü çevreye 
                                        yayılınca geriye kalan kim varsa aynı 
                                        eve doğru seğirtiyor. Bireyler bağırdaki 
                                        gereksinimini açıklayarak kimisi kocası 
                                        için, çocuğu için, başkası da sağlığı 
                                        için, komşusu için ve bu türden çeşitli 
                                        istekler için dua diliyor. Everek ziyareti 
                                        de çok kişiye geniş çapta yardım sağlayıcı 
                                        bir buluşmaya dönüşüyor. Sunulan kurtarışı 
                                        sevinçle kabul edenler, kitap alanlar, 
                                        yepyeni ruhsal aşamaya gelenler az değil. 
                                        Yeniden gelesiniz diyerek onları uğurluyorlar.
                                      Buradan 
                                        Sivas’a yöneliyorlar. Vahram beş yıl önce 
                                        gelmişti buraya. Çok tatlı geçen o ziyaretten 
                                        üzücü bir anı kalmış aklında. Kitap bırakmak 
                                        için başvurduğu bir dükkâncı kendisini 
                                        biraz da kaba biçimde baştan savmıştı. 
                                        Ama Tanrısı’na imandan, O’nun gücüne güvenmekten 
                                        hiçbir zaman ödün vermeyen bu Mesih bağlısını 
                                        yüreksizlendirebilecek direniş düşünülemez. 
                                        İçtenlikle dua ederek yeniden o dükkâna 
                                        uğruyor: “Merhaba! İyi işler. Bu Kutsal 
                                        Kitap’tan ve onunla ilgili çeşitli parçalardan 
                                        dükkânınıza koymak istemez misiniz?” Önceki 
                                        direniş buhar gibi dağılmış, buzlar gibi 
                                        erimiş. Belki de yılların oluşturduğu 
                                        olgunlukla, ama Tanrı’nın kapalı kapıyı 
                                        açmasıyla dükkâncının tutumu başkalaşmış. 
                                        “Beş Kitab-ı Mukaddes’le bir İncil bırakabilirsin” 
                                        diyor. Bunları vitrine koyarak satışa 
                                        sunuyor. Vahram’ın yüreğinden sevinç dolu 
                                        hamt ilahileri çıkıyor.
                                      Geride kalan 
                                        yerlerde olduğu gibi burada da ev toplantıları, 
                                        tövbeye kurtuluşa çağrılar, ruhsal öğütler 
                                        ve Rab’be sunulan başaklar taze boyutlara 
                                        geliyor. Herkes ziyaretçilerin daha uzun 
                                        süre kalması için dilekte bulunuyor; ama 
                                        önlerinde dopdolu bir gezi programı düzenlenmiş. 
                                        Onlar Tokat’a ayrılırken hizmetin ürünleri 
                                        yeşermekte, geride kalan konuşmalara ilgi 
                                        sürmekte.. Tokat’ta, genç yaşta ölüp çok 
                                        verimli bir hizmetten zaferle ayrılan, 
                                        Kutsal Kitap’ın Arapça’ya, Farsça’ya, 
                                        Hintçe’ye çevirisi için Kutsal Ruh’ca 
                                        seçilmiş, geniş çapta uğraşlarda bulunmuş 
                                        Henry Martyn’in (1781-1812) mezarı var. 
                                        Kabir taşı Belediye müzesinde. Tokat’a 
                                        uğrayan bir Mesih inanlısına bu saygın 
                                        gencin kabir taşını ziyaret etmeden ayrılmak 
                                        çok güç. Genç yaşta tanrısal hizmetinden 
                                        ayrılarak Mesih’in ödülüne kavuşan Henry 
                                        Martyn’in o kısa ama verimli yaşam dönemi 
                                        Vahram’a taptaze istek ve yüreklendirme 
                                        aşılıyor.
                                      O daha önce 
                                        Tokat’a gelmiş; elinde bir adres var. 
                                        O yere vardıklarında adam küçük çırağa, 
                                        bu iki kişiyi başka bir yere götürmesini 
                                        bildiriyor. Yolda giderlerken Vahram bu 
                                        Hristiyan çocuğuna Mesih’ten söz ediyor. 
                                        O’nun sevgisi, ölümü, kurtarışı çocuğun 
                                        kulaklarına değince, ayakları sanki yürüyemez 
                                        oluyor. Öylesi heyecanlanıyor ki, gidilecek 
                                        yolu şaşırıveriyor. “Mesih’in adını, kurtarışını 
                                        hiç duymamış olan bu çocuğa salt o ulu 
                                        olguyu anlatmak için bile olsa Tokat’a 
                                        gelişimiz değerdi” diye yazıyor.
                                      Başka bir 
                                        yerden birinin kitaplar satmaya geldiği 
                                        polisin kulağına erişiyor. Vahram’ı izleyerek 
                                        bir kuyumcu dükkânında kendisiyle karşılaşıyorlar. 
                                        “Şu kitapları görebilir miyiz?” diyerek 
                                        ona yaklaşıyorlar. Polis memurlarından 
                                        biri baş sayfaya göz atınca tümünün de 
                                        yurtta yayınlandığını görerek, “Çok iyi, 
                                        çok iyi!” diyor. Bu kitabı etraflı biçimde 
                                        okumak için kuyumcuya uğrayacağını söyledikten 
                                        sonra ayrılıyorlar.
                                      Elinde tek 
                                        kitap kalmış, Bir terziye yaklaşıyor; 
                                        adam, “Hayır, istemem!” sözüyle onu baştan 
                                        savıyor. Gecenin geç saatinde otel kâtibi, 
                                        “Seni biri arıyor” diyerek Vahram’ı uyandırıyor. 
                                        Gözlerini ovalar durumda yazıhaneye iniyor. 
                                        Kimi görsün? O terzi! “Çok acınırım” diyor, 
                                        “Sen ayrıldıktan sonra içimde derin rahatsızlık 
                                        duydum, ayağıma gelen fırsatı teperek 
                                        o Kutsal Kitap’ı almadım. Satmadıysan, 
                                        işte parası!” Tokat ziyareti de sevindirici 
                                        gelişimlerle yüklü..
                                      Buradan 
                                        dosdoğru Samsun’a. Otele iniyorlar: Otelci 
                                        gelenlerin kimler olduğunu öğrenince suratı 
                                        asıyor. Vahram bir bardak su rica edince, 
                                        “Bunca iş ortasında sana su getirmeye 
                                        mi çalışalım?” diye iyice çıkışıyor. Ama 
                                        o dileğinin tepilmesini güler yüzle karşılıyor. 
                                        Kuşkusuz, adamın dikkatinden kaçmıyor 
                                        bu davranış; yavaş yavaş ısınmaya yüz 
                                        tutuyor. Son akşam Vahram’a, “Biraz gelir 
                                        misin lütfen?” diyerek onu rakı masasında 
                                        inanç konularını tartışan bazı adamların 
                                        önüne getiriyor. “Bakın, işte gerçek bir 
                                        Müslüman!” diyor. Vahram kaşını kırpmadan, 
                                        “Müslüman, teslim olan demektir” diyor, 
                                        “Bu bakımdan gerçek bir Müslüman’ım.” 
                                        Ve aynı noktadan başlayarak sofradakilere 
                                        seven Tanrı’nın bireyi günahtan arıtma, 
                                        kurtarma ve af etme yöntemini, kurtarıcı 
                                        Mesih’e iman gereğini, diri Tanrı’ya tümden 
                                        teslim olmanın gönencini ayrıntılarıyla 
                                        anlatıyor, ardından da Mesih’in kendisini 
                                        nasıl kurtardığını açıklamaya koyuluyor. 
                                        Tümü de derin merakla dinliyor. Aralarında 
                                        itiraz eden tek kişi yok. Hatta birisi, 
                                        “Çok doğru sözler!” diye mırıldanıyor. 
                                        Vahram hepsiyle vedalaşıp ayrıldıktan 
                                        sonra otelci, “Bunların kim olduğunu biliyor 
                                        musun?” diye soruyor ve sorusunun yanıtını 
                                        kendisi veriyor: “Vilayette adli yöneticiler!”
                                      İstanbul’dan 
                                        ayrılmaları sanki dün. Günler ne de çabuk 
                                        geçmiş! Bedros Tozluyan Vahram’la vedalaşıp 
                                        gemiye biniyor, İstanbul’a ayrılıyor. 
                                        O, otobüsle gitmeyi düşünüyor. Yolculuk 
                                        iki gün. Birisi, “Bir de uçağı sor” diyor. 
                                        Bilet fiyatı azıcık daha yüksek. Bu yolla 
                                        gitmeye karar veriyor. Ama yanında satılmamış 
                                        bir sürü kitap var daha. Gerçi, Türkçe 
                                        kitapların tümünü Tokat’ta bitirmiş ama 
                                        başka dillerdeki kitaplara alıcı çıkmamış. 
                                        Keşke salt Türkçe kitap getirseydi! Samsun’da 
                                        bir teki kalmazdı. Uçakta fazla ağırlık 
                                        için cebindeki paranın tümünü sayıyor. 
                                        Meteliksiz uçağa giriyor, dua ediyor. 
                                        Yeşilköy’e ulaştığında taşıyıcı ve otobüs 
                                        parası gerek; ama para diye bir şey kalmamış 
                                        yanında. Yolcularla konuşmaya başlıyor, 
                                        onlara Kutsal Kitap’tan konu ediyor. Birisi, 
                                        “Bana o kitaptan bir tane postalar mısın?” 
                                        diyerek hiç tanımadığı bu adama parayı 
                                        sunuyor. Taşıyıcı ve otobüs masrafını 
                                        karşılayabilecek yeterlikte.. Tanrı’nın 
                                        şaşılacak sağlayışına teşekkür ederek 
                                        evine varıyor; ilk işi aldığı siparişi 
                                        postalamak, sonra da kendisini bekleyen 
                                        ev hizmetlerine katılmak.
                                      “RAB’bin sesini işittim. ‘Kimi göndereyim?
                                      Bizim için kim gidecek?’ diyordu,
                                      ‘İşte ben, beni gönder!’ dedim” (Yesaya 6:8).
                                      “İşte müjde ileten, esenlik işittirenin
                                      Ayakları dağlar üzerinde!” (Nahum 1:15).
                                      “Esenlik sözünü işittiren, 
                                      “İşte müjdesini getiren,
                                      Kurtuluş ilan eden müjdecinin
                                      Ayakları dağlar üzerinde ne güzel!
                                      Sion’a ‘Tanrın hükümranlık sürüyor’ diyen”
                                      (Yeşaya 52:7).
                                      27.  AKDENİZ SEFERİ - ORTADOĞU ZİYARETLERİ
                                      Vahram’ın yaşam ve hizmet ilkesi haberci Pavlos’un Kutsal 
                                        Ruh’tan esinlenen sözleridir: “Bilinmeyen ama çok iyi bilinen, ölmekte 
                                        sayılan ve işte yaşayan, sıkıdüzene sokulan 
                                        ama ölüm yargısının altından kalkan, üzgün 
                                        ama her an sevinçli, yoksul ama niceleri 
                                        varlıklı kılan, hiçbir şeyi olmayan yine 
                                        de her şeye sahip olan” 
                                        (II.Korintoslular 6:9,10). Yıllardır 
                                        her yanda kadına erkeğe yücelerin kutluluğunu 
                                        ileten bu adam her kararını Tanrı isteği 
                                        uyarınca verir, her adımını Kutsal Ruh’un 
                                        yöntemi altında atar. Mesih’in 
                                        buyruğu dışında hiçbir şey yapmamaya titizlikle 
                                        dikkat eder; çünkü tanrısal kutluluğun 
                                        salt bu yolla insan kardeşlere mal edilebileceğine 
                                        inanır.
                                      Yıllardır 
                                        dış ülkelerden içtenlikli çağrılar gelmekte. 
                                        Çalışmalarına, uğraşlarına, ruhsal uyanışlara 
                                        ilişkin haber birçok yere ulaşmış. Onu 
                                        aralarında görmek isteyenler az değil: 
                                        Suriye, Ürdün, Lübnan, Mısır, Yunanistan 
                                        bu yerler arasında. Halep’te çıkarılan 
                                        MARANATA dergisinde haberlerini okuyanlar 
                                        onunla tanışmaya can atıyor. Ama o dua 
                                        etmekte. Göksel Babası’yla uzun süre konuştuktan, 
                                        şaşmaz arayışını sürdürdükten sonra dış 
                                        ülkelerde bir geziye çıkmanın zamanı geldiğini 
                                        anlıyor. Böylece birçokların umutları 
                                        yeşeriyor.
                                      1947 yılında 
                                        otuz inanlı Galata rıhtımında bir araya 
                                        gelmiş, Akdeniz seferine çıkan gemide 
                                        Tanrı’nın bu seçkin işçisini O’nun göksel 
                                        desteğine ve korumasına adamakta. Rıhtımda 
                                        dualar oluyor, ilahiler okunuyor. Başkaları 
                                        bu yabansı kardeşlik havasından etkilenmekte. 
                                        Birçok hacı adayı aynı gemide yolculuk 
                                        edecek. Geçmiş günlerin uğurlamaları kendine 
                                        özgü bir görünüm. Epey uzun süren ama 
                                        aslında kısa kısa sözlerden oluşan sevgi 
                                        ve dostluk görüşmelerinden, öpüşmelerden 
                                        sonra uğurlanan yolcu geminin üst güvertesine 
                                        çıkar, görüşmeler oradan sürdürülür, mendiller 
                                        dalgalanır, gözler yaşarır, vedalaşmalar 
                                        noktalanır. Vahram’la kardeşler, kız kardeşler 
                                        birçok ilahiyi yinelemekte. Bunlardan 
                                        dikkati çekeni şu:
                                      Rab saklasın kavuşmaya dek,.
                                      Danışmanın, dinç önderin..
                                      Sürüsünde tüm desteğin,
                                      Kanatları 
                                        güvenliğin..
                                      Altı ayda 
                                        yeniden görüşebilmektir öngörüşleri. Ama 
                                        yeryüzünde görüşemezlerse Mesih’in katında 
                                        görüşecekleri kesin güvenlikleri.. Gemide 
                                        her çeşit insan var: İlk sevinç olgusu, 
                                        dertli yürekle yolculuk eden bir bayanı 
                                        Mesih bağlılığına getirmek. Hacca gidenler 
                                        arasında biri hoca üç kişiyle derin konuşmalar 
                                        sürdürülüyor. Vahram yataklı kabinde. 
                                        Bu adamlardan birini deniz tutuyor; kendisiyle 
                                        yakından ilgileniyor, onu kabinine alıp 
                                        kendi yatağını veriyor. Bu sevgi yakınlığından 
                                        etkilenen hoca bir İncil satın alıyor. 
                                        Tümü de günahtan arıtılışın dinsel, biçimsel, 
                                        kişisel çabalarla değil, Tanrı’nın kayrasıyla 
                                        gerçekleşebileceğini öğreniyor, içlerinden 
                                        biri İstanbul’a dönüşünde toplantılara 
                                        katılma isteğini dile getiriyor.
                                      O yıl, otuz 
                                        altı yılda bir gelen hacc-ül-ekberdi. 
                                        Bu yılda hacca gidenin yararları çok üstün 
                                        sayılırmış. Mekke’ye yolculuk edenlerin 
                                        sayısı yaklaşık üç yüz. Tümü de toplu 
                                        olarak namaz kılıyor. Vahram da onlarla 
                                        birlikte diz çöküyor, Tanrı’ya, Kurtarıcı’ya 
                                        içtenlikle dua ediyor. Hepsi de onun Mesih 
                                        bağlısı olduğunu öğrenmiş; çünkü diz üzerinde 
                                        sürekli dua ediyor, ayağa dikilerek yeniden 
                                        diz çökmüyor. Bazısı onu ihtida etmeye 
                                        çağırmaya dek gidiyor. “Bu adamın salt 
                                        salavat getirmesi yeter!” diyorlardı. 
                                        “Nasıl olsa kendi yolunda ermiş biri!”
                                      Günahlı 
                                        gidişinden onu kurtarmaya, sonsuz cenneti 
                                        sağlamaya ölen, sonra da dirilen İsa Mesih 
                                        için canlı tanıklıkta bulunmasına eşsiz 
                                        bir fırsat kapısı açılmış.. Onlara kutsal 
                                        Tanrı’nın katında doğrulukla donatılmanın 
                                        salt Tanrı kayrasıyla gerçekleştiğini, 
                                        bu kayraya iman etmenin Tanrı buyruğu 
                                        olduğunu inceliğiyle anlatıyor, bu Mesih’in 
                                        kendisini nasıl arıttığına ilişkin ayrıntılı 
                                        bilgi veriyor: “O’nu çarmıhta asılı gördüm, 
                                        tövbeyle Kurtarıcım’a iman ettim” derken 
                                        sevincinden gülümsüyordu: “O anda Baba 
                                        Tanrı günahlı yüreğimi arıttı, geçmişimi 
                                        sildi, bana yepyeni yürek verdi cennetin 
                                        güvenliğini canımın gönenci kıldı. On 
                                        dokuz yıldır Tanrı beni yalandan, sövmeden, 
                                        yaraşıksız isteklerden ve her tür çürüklükten 
                                        kurtardı, yüreğime esenlik sağladı. Şimdi 
                                        yüce kayrasıyla her yanda kendi hizmeti 
                                        için beni kullanmakta.” Hacı adaylarından 
                                        biri, “Bu adamın İsa’ya bağlılığı din 
                                        bağlılığı gibi değil!” dedi. “Bence hiç 
                                        kimse onu yerinden kıpırdatamaz.” Bundan 
                                        sonra Mesih tanıklığını aynı açıkyüreklilikle 
                                        sürdürdü, kemanını çalarak ilahiler söyledi, 
                                        hiç kimse buna engel olmadı. Yaşlı bir 
                                        bayan, “Evladım” dedi, “Sen bunlardan 
                                        önce cennete gideceksin.”
                                      Gemide bir 
                                        de gazete fotoğrafçısı vardı. Gazetesi 
                                        için durmadan fotoğraf çekiyor. Hacı adaylarının 
                                        arasına karışan Vahram’ın da resmini alıyor. 
                                        Vahram, “Beni bir okla göstererek, ‘Bu, 
                                        İsa Mesih’in kayrasına kavuşan biridir’ 
                                        diye yaz altına” biçiminde dilekte bulundu. 
                                        O bunu yapacağını vaat etti. Konuyla ilgilenenler 
                                        toplanınca o Kutsal Kitap’ı açarak şu 
                                        ayetleri okudu:
                                      “Başka hiç kimsede kurtuluş yoktur.
                                      Çünkü göğün altında, insanlar arasında
                                      verilmiş başka hiçbir ad yoktur
                                      ki, biz onunla kurtulabilelim” 
                                      (Habercilerin İşleri 4:12).
                                      “Çünkü tek Tanrı vardır; 
                                        
                                      Tanrı’yla 
                                        insanlar arasında da tek arabulucu: 
                                      İnsan 
                                        olan Mesih İsa” 
                                        
                                      (I.Timoteos 2:5).
                                      Gemi İzmir’e 
                                        uğradı. Birkaç saatlik bekleyişten yararlanarak 
                                        Fuar’a uğradı, orada birçok kitap sattı. 
                                        O dönemde Denizyolları’nın Akdeniz seferini 
                                        yapan gemiler uğranmadık liman bırakmaz. 
                                        İzmir’den Pire limanına çektiler. Elinde 
                                        bir adres var. “Geminin kalacağı kısa 
                                        zamanda oraya gidemezsin, ıraktır” dedilerse 
                                        de o diretti. Bir kadın yaklaşarak, “İstanbullu 
                                        olduğuna göre bayan Hagopyan’ı tanıman 
                                        gerekir” dedi. Vahram, “Çok iyi tanırım” 
                                        deyince kadın, “Ben onun kız kardeşiyim” 
                                        diye yanıtladı. Vahram’ın gözleri parladı 
                                        Rabbi’ne şükretti. Pire’ye çıkar çıkmaz 
                                        kadın sağa koştu, sola koştu, onun gemi 
                                        yolcuları arasında bulunduğunu geminin 
                                        limanda kalacağı sürede bir ev toplantısı 
                                        yapacağını herkese bildirdi. Az sonra 
                                        ev tıklım tıklım dolmuştu. Gelenler arasında 
                                        bir de papaz bulunuyordu. Derin sevincini 
                                        içtenlikli bir duayla dile getirdi: “Ya 
                                        Rab, bu hizmet görücünü aramıza gönderdiğin 
                                        için hamdolsun Sana!”
                                      Zamanında gemiye döndü, yeni 
                                        gelen yolculara ruhsal tanıklıkta bulunmaya 
                                        başladı. Ertesi gün İskenderiye’ye ulaştılar. 
                                        Bir süre kalacaklar. Hemen karaya çıkarak 
                                        oradaki inanlılarla ilişki kurdu, üç ayrı 
                                        toplantıda konuştu. Buradaki inanlılar 
                                        beklemedikleri bir anda aralarında İstanbullu 
                                        bir kardeşi görmenin sevinciyle çalkalanıyordu. 
                                        Herkes şu yazının gerçekliğine tanık olmaktaydı:
                                      “Yabancılara konukseverlik 
                                        
                                      göstermeyi 
                                        unutmayın. 
                                      Bunu yapmakla 
                                        bazıları bilmeden 
                                      melekleri 
                                        ağırladı” 
                                      (İbraniler 13:2).
                                      İskenderiye’den 
                                        sonra Port Sait. Burada da hiç tanımadığı 
                                        kardeş ve kız kardeşlerle sevinçli buluşma, 
                                        hemencecik düzenlenen bir toplantı ve 
                                        gözyaşlarıyla uğurlama. Son olarak Kıbrıs’ta 
                                        Larnaka limanı. İnanlılarla buluştuktan 
                                        sonra Akademi’ye gittiler. Sınıflar kesildi, 
                                        400 öğrenciye bir arada konuştu. Vakit 
                                        yitirmeden gemiye dönmek gerekiyor. Ayrımlı 
                                        ülkelere, çeşitli limanlara uğrayış sanki 
                                        saat gibi işledi. Her yerde inanlılarla 
                                        buluştu, toplantılara katıldı, birçok 
                                        kişiye sevinç ve gönenç getirdi. Mesih 
                                        bağlısının nerede olursa olsun, orada 
                                        sevgi ve konukseverlik buluşunun belirgin 
                                        bir örneğiydi bu. Tanrı desteğinin ne 
                                        denli etkin olduğunu düşünerek yolculuğun 
                                        son kesimini hazırlık duasıyla geçirdi.
                                      28.  BEYRUT’A DEMİR ATTILAR
                                      On iki gün 
                                        alan bu yüreklendirici yolculuktan sonra 
                                        Beyrut’a demir attılar. Onun buraya gelişinin 
                                        bir nedeni de tanrıbilim okulunda altı 
                                        aylık bir kurs görmek.. Kendisi çoktan 
                                        Kutsal Ruh’un eğitiminde tanrıbilimin 
                                        özelliklerini öğrenmiş, ama okul ona bir 
                                        burs sağladığından, Beyrut’a gelmişken 
                                        bunu bir denemeyi düşünmüş. Rabbi ona 
                                        bir görmeyle konuşuyor: “Sakın ayrıntılara 
                                        kapılma!” Bunun içyüzünü daha sonra öğrenecek, 
                                        biraz da düş kırıklığıyla bu eğitimden 
                                        soğuyacak.
                                      Bir zamanlar 
                                        Akdeniz’in incisi adıyla bilinirken, bu 
                                        gün yürek burkan bir kente dönüşen Beyrut’un 
                                        zevk u sefaya tutkunluğunu İstanbul’unkinden 
                                        de aşkın bularak içi sızlıyor. Yeryuvarlağında 
                                        bilinen her dinin ve inancın serbestlikle 
                                        varlığını gösterebildiği bu kentte yaşayanların 
                                        tanrısal kayraya ne denli gereksinimli 
                                        olduğunu görerek, haberci Pavlos’un Korintos 
                                        kentindeki deneyimine benzer bir gelişimle 
                                        karşılaşıyor: “Korkma, 
                                        ama konuş ve sesini kısma.Çünkü ben senin yanındayım ve hiç 
                                        kimse sana saldırıya kalkışmayacak, kaba 
                                        kuvvet kullanmayacak. Çünkü bu kentte 
                                        bana bağlanacak büyük bir halk topluluğu 
                                        var” (Habercilerin İşleri 18:9,10). 
                                        Tanrı bağlılığını kılını kıpırdatmadan 
                                        sürdürebilsin diye Rabbi üç yöntem gösteriyor 
                                        ona:
                                      
                                        - Dua 
                                          ve oruç,
- Ruhsal 
                                          hizmet,
- İnanlılarla çok sıkı paydaşlık.
O şu Söz’ü 
                                        amaç edinerek anlamlı içeriğini gündemine 
                                        uyguluyor:
                                      “Birçok tanığın önünde 
                                      benden işittiğin bu 
                                        öğretileri bellemeleri için 
                                      güvenilir insanlara 
                                        ver. Bunlar başkalarına da 
                                      öğretebilecek 
                                        yetenekte olsun” 
                                        (II.Timoteos 2:2).
                                      Daha ilk 
                                        günden tanrıbilim okulunun tutumunu, öğretisini, 
                                        inanç yöntemini Tanrı’ya, Mesih’e bağlılığını 
                                        temel kurallarıyla çelişkide buluyor. 
                                        Bunlar, birçok insansal görüş ve açının 
                                        biçimlenerek çağcıllık maskesi altında 
                                        benimsenmesi, yirminci yüzyıla özgü anlayışa 
                                        göre yorumlanması, bir çeşit tanrıbilim 
                                        eğitimi niteliğinde sunulmakta. Çağcıllık 
                                        adıyla gelen bu öğretilerin Kutsal Kitap 
                                        gerçekleriyle sürtüşmeye düştüğünü görerek 
                                        daima Kutsal Kitap açısından konuşuyor, 
                                        ruhsal tanıklıkta bulunuyor, hem öğretmenleri 
                                        hem öğrencileri yeniden doğuşa çağırıyor. 
                                        “Cennet de var, cehennem de..” üstelemesiyle 
                                        inanmayanları inandırmayı amaç ediniyor. 
                                        Boş zamanlarında sokağa çıkıyor, Arapça, 
                                        Fransızca, İngilizce bilmemeye karşın 
                                        başarıyla Kutsal Kitap, İncil, çeşitli 
                                        parçalar satıyor. Beyrut’taki Kutsal Kitap 
                                        Şirketi böylesi satıcıyı hiç görmemiş! 
                                        Sattığı çeşitli kitaplar kısa zamanda 
                                        1100 parçayı buluyor.
                                      Tanrıbilim 
                                        okulunda dokuz ay geçirdikten, buradaki 
                                        inanlılarla geniş çapta paydaşlık ettikten, 
                                        kilise ve ev toplantılarına katıldıktan 
                                        sonra, Rabbi ona Şam yönünü gösteriyor. 
                                        Zaten oraya gitmek isteği çoktandır yüreğinde. 
                                        Birçok kişi kendisini davet etmiş. Ama 
                                        parası yok. Cebinde topu topu iki buçuk 
                                        Lübnan lirası var. Şam yolculuğuna nereden 
                                        yeter bunca az para! Derken, evleri temizleyen 
                                        bir hizmetçi hemşire beliriyor kaldığı 
                                        yerde. Utana utana ona biraz para uzatıyor. 
                                        Aynı gün onu hiç tanımayan birisi yaklaşıyor. 
                                        “Bu para Vahram’a verilmeli” sözleriyle 
                                        eline bir zarf sıkıştırıyor. Rabbi’nin 
                                        açtığı Şam yolunda yeterli ve sağlıklı 
                                        kanıttır bunlar. 
                                      29.  ŞAM’DA
                                      Beyrut’tan 
                                        otobüsle Şam’a ulaştığında elindeki adresleri 
                                        aramaya başlıyor. Kısa zamanda kendisini 
                                        inanlıların yanında buluyor. Ama tüm Şam 
                                        korkuda kargaşalıkta. Suriye ile İsrail 
                                        savaşta. Halk derin kaygıda. Yarınından 
                                        güveni olmayan inanlıları topluyor, onları 
                                        bir kilisenin önüne götürüyor. Şam’a giderken 
                                        İsa Mesih’e iman eden haberci Pavlos’un 
                                        anıtı karşısında bir araya geliyorlar. 
                                        Kendilerine o yerde yüreklendirici birkaç 
                                        söz söylüyor (bkz. 
                                        Habercilerin işleri 9:1-25). Çevreye 
                                        bombalar düşmekteyken herkes onun korkmazlığına 
                                        şaşıyor. “Kurtarıcı Mesih’in gerçek inanlısından 
                                        korkuyu kaldırdığını bir kez daha görerek 
                                        başımı eğdim, Tanrı’ya hamdettim” diyor.
                                      Acıklı bir 
                                        olaya tanık olanlar bunu anlatıyor: “Dün 
                                        gece genç bir kız eğlence merkezinden 
                                        evine döndü. Az sonra eve bomba düştü, 
                                        kız öldü.” Vahram’ı çok etkiliyor bu olgu. 
                                        “Birçok kişi, ‘Dilediğim gibi yaşarım, 
                                        son saatte tövbe ederim’ diyor. Ama şeytan 
                                        insana son saat fırsatını kolay kolay 
                                        vermez” diye yazıyor. Korku giderek genelleşiyor; 
                                        insanlar evlerini bırakıp başkentten kaçıyor. 
                                        Ve o şu sözleri ekliyor: “Şeytan kulağıma 
                                        fısıldadı: ‘Burası çok tehlikeli bir yer; 
                                        şimdilik bırak git, kendine acı. Yakında 
                                        tehlike geçer yeniden Şam’a dönersin.’ 
                                        Ama beni Rab gönderdi Şam’a. Daha Beyrut’tayken, 
                                        ‘Kalk, Şam’a git’ diyen O değil miydi? 
                                        Rabbim belirgin ettiği buyruğu hiçbir 
                                        zaman geri almaz, yalanlamaz.” Böyle konuşan 
                                        Vahram, “Ya Rab, Şam’da kalayım mı?” yolunda 
                                        dua etmiyor. O, açıklıkla görebildiği 
                                        yön üzerinde dualar yineleyen biri değil.
                                      Her sabah 
                                        5-7 arası kendini oruca, duaya veriyor, 
                                        günahlılar tövbe etsin diye dilekte bulunuyor, 
                                        ardından da toplantılara koşuyor. Sürüp 
                                        giden korkuya karşın, yediden yetmişe 
                                        pek çok kişi katılıyor. Genellikle Türkçe 
                                        vaaz veriyor. Katılanlar avuntu buluyor, 
                                        başkalarını da bu toplantılara davet ediyor. 
                                        Derken, Şam’dan geçmekte olan bir hoca 
                                        kentte Türkçe toplantılar yapıldığını 
                                        öğrenerek o yeri buluyor ve katılıyor. 
                                        Vahram’ın ‘Cennet cehennem’ konulu vaazını 
                                        içtenlikle dinledikten sonra kollarını 
                                        göğe kaldırarak dua ediyor, “Ya Tanrım, 
                                        tümden günahlı olduğumu, canımın kayrana 
                                        susadığını anladım; beni de kurtarıcı 
                                        İsa’nın arıtan kanında yıka” diye yakarıyor 
                                        güvenlik buluyor, inanlılara katılıyor.
                                      Bazı kez 
                                        toplantılar açık havaya taşıyor: Elinde 
                                        keman, cebinde Kutsal Kitap, kadını erkeği 
                                        günahtan tövbeye, kurtarıcı Mesih’e çağıran, 
                                        dili Türkçe olan bu ilginç öğütçüyü dinlemeye 
                                        toplananlar çok. Ve tanrısal çağrıyı değerlendirenler 
                                        az değil. Beş altı ayrı toplantıya katıldığı 
                                        günler oluyor. Kuşkusuz, direniş de eksik 
                                        değil. Bir sarhoş beliriyor, ağır sövgü 
                                        sözleri savurarak hem onu, hem toplananları 
                                        taşlıyor. Başka bir sarhoş, “Çekilip gitmezsen 
                                        burası belanı bulacağın yer olacak!” diyor. 
                                        Ama onu Şam’a Rabbi göndermedi mi? Tanrı’nın 
                                        isteğine karşı insan ne yapabilir ki? 
                                        Haberci Pavlos’un ilkin oraya geldiği, 
                                        ‘Doğru’ diye bilinen sokaktaki evin önünde 
                                        içtenlikle dua eden birine rastlıyor. 
                                        Ona, kutsal bilinen evlerin sokakların 
                                        değil, günahlı Saul’u arıtarak yepyeni 
                                        yaşam veren İsa Mesih’in, kendisini de 
                                        imanla arıtabileceğini söylüyor. Adam 
                                        gözyaşı dökerek tövbe ediyor, Mesih’in 
                                        kurtarışına güveniyor, törecilikten biçimcilikten 
                                        Tanrı’nın kayrasında aradığı esenliği 
                                        buluyor.
                                      Galata rıhtımında 
                                        kardeş ve kız kardeşlerle vedalaşırken, 
                                        bu ayrılışın altı ayda son bulacağını 
                                        düşünmüşlerdi. Ama bu dolaylarda hizmeti 
                                        uzadıkça Rab’bin sözü geliyor aklına: 
                                        “Düşüncelerim 
                                        sizin düşünceleriniz değil, yollarım sizin 
                                        yollarınız değil! RAB bildiriyor” (Yeşaya 
                                        55:8). Şam’dayken kendisine davet 
                                        ardına davet geliyor, yüreklendirici fırsatlarla 
                                        karşılaşıyor, Kutsal Ruh kendi işini taptaze 
                                        boyutlara ulaştırıyor.
                                      Yeruşalim’i 
                                        ziyarete derin istek var içinde; ama Arap-İsrail 
                                        savaşı buna olanak bırakmıyor. Bu istek 
                                        daha sonra gerçekleşecek. Savaş tüm kudurganlığıyla 
                                        sürmekteyken Tanrı’dan şu söz geliyor: 
                                        “RAB’bin 
                                        önünde, Yakup’un Tanrısı’nın önünde ey 
                                        dünya titre. Kayayı su havuzuna, çakmak 
                                        taşını da su kaynağına dönüştürendir O”(Mezmur 
                                        114:7,8). Bu somut bildiri yeni bir 
                                        ruhsal uyanış vaadi olarak yüreğine yerleşiyor, 
                                        Tanrı’nın görülmedik ulu eylemler göstereceğine 
                                        ilişkin içine güvenlik getiriyor, tazelenmiş 
                                        imanla bunları beklemeye başlıyor. Bunca 
                                        yıl Tanrı’ya hizmet edenin görgüleri parlak 
                                        bir geleceği gösteriyor ve kanıtlıyor.
                                      30.  HALEP’TE RADYO DALGASI 
                                        GİBİ YAYILAN SÖZ
                                      Şam’dan 
                                        Halep’e giden yol birkaç saati kapsar. 
                                        Uzun süredir buradaki kardeşler kendisini 
                                        çağırmakta, Halep’e de uğraması için dua 
                                        etmekte. Bu tarihsel kente uğrayıp kardeş 
                                        ve kız kardeşleri görmenin, Tanrı haberini 
                                        yaymanın vakti gelmiş. Lübnan Suriye kentlerinde 
                                        seyahate artık alışmış. Neredeyse tüm 
                                        kent inanlıları onu sevinçle kucaklar. 
                                        Başka yerlerde Türkçe olarak yapılan konuşmalar 
                                        burada daha da geniş kapsamlı. Türkçe 
                                        Halep’te konuşulan ikinci dil. Vahram’ın 
                                        vaazlarını verdiği baş dil..
                                      Hiç vakit 
                                        yitirmeden toplantı ardına toplantı. Burada 
                                        pek çok kilise var. Her gün en azından 
                                        iki toplantı yapılmakta. Kilise toplantısı 
                                        sonuçlanınca herkes belirli bir eve doğruluyor, 
                                        başlıyor ayrı bir toplantı. Türkiye’de 
                                        ve öbür yerlerde olduğu gibi bu toplantılarda 
                                        vakit kısıtlaması yok. Genç yaşlı, çoluk 
                                        çocuk evdeki en büyük odanın her bir köşesine 
                                        sıkışıyor, iğne atsan yere düşmez. Yıllar 
                                        boyu Türkiye’de, son zamanlardaysa Ortadoğu 
                                        ülkelerinde ‘Kutsal Ruh’un böyle etkin 
                                        biçimde yönlendirdiği, yerterlikli dille 
                                        konuşturduğu bu Tanrı işçisinin Kutsal 
                                        Söz’ü açmasını, tanrısal gerçeklerin derinine 
                                        inmesini kadın erkek doymak bilmez içtenlikle 
                                        dinliyor. Gençler arasında şaşılacak ilgi 
                                        uyanıyor, yıllardır dua etmekte olan inanlılar 
                                        yepyeni güç buluyor, kiliselere taptaze 
                                        canlılık geliyor. Türkçe’den başka dil 
                                        bilmeyen yaşlılar, “Doya doya bir vaaz 
                                        dinledik” sözleriyle sevinç gözyaşları 
                                        döküyor. Daha önce başka intibahlara (Ruhsal 
                                        Uyanış) tanık olan Halep yeniden bir intibah 
                                        havasının tatlı meltemiyle etkilenmekte.
                                      Toplantı 
                                        saatleri dışında çarşı meydan Kutsal Kitap’ı 
                                        satmaya, insanlara tanıklıkta bulunmaya 
                                        canlandırıcı konuşmalara sahne oluyor. 
                                        Burada da kitap satışları yeni bir aşamaya 
                                        varıyor, başka işçiler görülen sonuçlardan 
                                        yürekleniyor. Rab’bin Sözü radyo dalgaları 
                                        gibi her yana yayılıyor. Okullara, yaşlılar 
                                        evlerine, hastanelere yapılan ziyaretler 
                                        birçok gencin yaşlının bilmediği güvenlik 
                                        ve umut boyutuna ulaşıyor. Her bulutta 
                                        belirli nemlik bulunduğu gibi, her yürekte 
                                        birçok üzüntü, her salgı bezinde bol gözyaşı 
                                        barınmakta. Tanrı’dan gönderilen bu hizmet 
                                        görücü insan duygusunun gerekli teline 
                                        dokununca yürekler etkileniyor, umutlar 
                                        yeşeriyor, yaşamın varlığın bambaşka bir 
                                        yönü olduğu, anahtarıysa kurtarıcı Mesih’in 
                                        elinde bulunduğu beliriyor. Vahram başta 
                                        olmak üzere pek çok yürekten Halleluyah 
                                        coşkusu yükseliyor. O zamana dek hiç ilgi 
                                        göstermemiş canlar taze kavramla Mesih’e 
                                        iman ediyor, en parlak yengi yaşamını 
                                        gerçekleştiren Rab’ten somut yardım diliyor. 
                                        Kimisi canının kurtuluşu, kimisi ruhsal 
                                        derinliğe gelmesi, kimisi avuntu bulması, 
                                        kimisi beden sağlığına ya da sağlıklı 
                                        insan ilişkisine kavuşması için.. Halep’le 
                                        çevredeki yerlerde ruhsal ürünlerle dopdolu 
                                        geçen haftalar tez zamanda son buluyor; 
                                        başka yere ayrılmanın saati gelmiş. Buradan 
                                        ilerisi Ürdün’ün başkenti Amman! Orada 
                                        hem onu hem de pek çok kadını erkeği neler 
                                        bekliyor..
                                       
                                        Dördüncü Bölümdekilere ulaşmak için Tıklayınız
                                      
                                        - Okyanus Yolculuğu, Güney Amerika
- İşlenmiş Toprak, Sulanmış Tarla
- Gemideki Toplantı
- Jozef Balyan ve Başka Gençler
- Kordoba, Kutsal Ruh’un Canlandırdığı Topluluk
- Kentten Kente, Ülkeden Ülkeye
- Batı Kıyılarında
- Yaşam Tacını Almaya Gidiyor
 Şam Pınarlarının Birinde Bir Delik Tas
 Tanrı’yla Karşılaşmam