PONTIUS 
                                        PILATUS’UN
                                      ÖYKÜSÜ
                                         
                                      Pek çok anlatıcı ve yorumcudan benden ve karışıklarla dolu 
                                        insanlık tarihinin kayıtlarına geçen verdiğim 
                                        kritik karardan bahsedildiğini duymuşsunuzdur. 
                                        Size olayı kendi açımdan ilk elden anlatmama 
                                        izin verin.
                                      Kalabalıkları 
                                        manipüle etme konusunda becerileri olan 
                                        üst düzey kahinler ve din adamları onu 
                                        Tanrı’nın oğlu olduğunu iddia ederek Tanrıya 
                                        küfrettiği suçlamasıyla huzuruma getirmişlerdi. 
                                        Anlatmaya kim olduğumdan bahsederek başlayayım. 
                                        26-36 yıllarında ileride tüm Dünya’da 
                                        Anno Domini diye anılacak olan Yahuda, 
                                        Samarye ve Idumea’nın bir kısmının beşinci 
                                        valisiydim. Görevim imparatorun doğrudan 
                                        kontrolü altındaki bu bölgelerde barışı 
                                        korumaktı. Valiliğim Yahudi tarihinin 
                                        çok çalkantılı bir dönemine denk gelmekteydi 
                                        ve konumum çalkantıyı doruğa çıkarmıştı.
                                      Bir Roma soylusu olarak doğmuş olmam sayesinde Augustus’un 
                                        güvencesindeydim. Askeri, sivil ve yasal 
                                        olaylardaki otoritem mutlaktı. Romada 
                                        pek çok kişi benim durumuma gıpta etmekteydi. 
                                        Nasıl bir yönetim sergilediğimi soracak 
                                        olursanız yanıtım tekrar tekrar sertlik 
                                        olduğunu söylemek olacaktır. İtiraf etmeliyim 
                                        ki tamahkârlık kişisel özelliklerimden 
                                        biriydi. 
                                        Ne zaman hilekar icraatlarım aklıma 
                                        gelse acı çekiyorum.
                                      Bir keresinde bayram gününü kutlayan bazı yahudilerin hayvan 
                                        kurban etmelerine çok öfkelenmiştim. Çoğunu 
                                        tutuklatıp idam ettirdim. Gaddarlığım 
                                        sınır tanımıyordu; kanlarının kurbanlarının 
                                        kanlarıyla karıştırılması emrini vermiştim. 
                                        Yahudi Sanhedrin’i tarafından alınmış 
                                        herhangi bir ölüm kararının tarafımca 
                                        onanması 
                                        sahip olduğum bir yetkiydi. 
                                      Sezariye’de Hirodes sarayında oturmaktaydım. Yahudi aşırı 
                                        uçlar tarafından herhangi bir karışıklığa 
                                        sebep verilmesini önlemek için yahudi 
                                        bayramı süresince Yeruşalim’e geçtim. Bu insanlar 
                                        arasında pek çok kişi tarafından mesih 
                                        olduğunu iddia etme eğilimi vardı. Ergeç 
                                        sahtekar oldukları kanıtlanmaktaydı. Bu 
                                        gibi birkaç olayla ilgilenmek zorunda 
                                        kaldığım oldu. Gelecek mesih konusundaki 
                                        endişenin farkında değildim. 
                                      Tarihin dönüm noktasında ses getiren olaylar benim görev 
                                        yaptığım süre boyunca şekillendi. Önümde 
                                        getireceği sonuçlarla orantılı olmasada 
                                        dikkat çekici bir yargılama vardı. O zaman 
                                        olayın tartışmalı boyutunun ciddi yankıları 
                                        olabileceğini tahmin ettim.
                                      Bu alışık olmadık şahıs aktif bir ihtilalci, halkı kışkırtan, 
                                        Sezar’a vergi vermelerini yasaklayan ve 
                                        Mesih, bir kral olduğunu söylediği suçlamasıyla 
                                        Yeruşalim’te süreklenerek önüme getirildi. 
                                        Insanları baştan çıkarıyordu. Dini etkilerin 
                                        yanısıra sebep olacağı politik etkiler 
                                        karşısında şaşkındım. Hem yeryüzünü hem 
                                        de gökleri ilgilendiren bir kararı vermek 
                                        için baskı altındaydım.
                                      Birden bu yükün benim gücümün ötesinde olduğunu farkettim. 
                                        Bu ana kadar kesinlikle günlük olaylarla 
                                        ilgili dini konularla uğraşmıştım. Doğa 
                                        üstü hadiselerle ilgil tecrübem yok denecek 
                                        kadar azdı. İlk tepkim ona Nerelisin? 
                                        diye sormak oldu. Hiç bir cevap alamamam 
                                        beni dehşete düşürdü. Düşünceler kafamda 
                                        şimşek hızıyla geçiyordu. Yahudilerin 
                                        onu yalan söylemekle itham etmelerine 
                                        rağmen acaba gerçekten Tanrının oğlu olabilirmiydi?. 
                                        
                                      Değerlendirmeme gore gerçekten yukarıdan gelmesi gerekiyordu 
                                        bizse yeryüzünde yaşayan solucanlardık 
                                        sadece. Tüm yaşamını ve davranışlarını 
                                        dikkatlice inceledim ve tutarsızlık gösteren 
                                        tek bir olay bulamadım. Korumak üzere 
                                        tayin edildiğim kanunlarda tek bir maddeyi 
                                        bile ihlal etmemişti. Önüme yargılanmak 
                                        üzere getirmişlerdi fakat kısa bir sure 
                                        içersinde bir yönetici durumundan esir 
                                        haline dönüşmüştüm. Tutuklu adam hükümlerimi 
                                        tutuklamıştı. Onu suçlayanalarda bu karmaşık 
                                        duygular içersinde olmalıydılar. Ama ölmesini 
                                        istemişler ve önüme getirmişlerdi. 
                                       “Bu adamı ne ile 
                                        suçluyorsunuz?” diye sorduğumda öfke içersinde 
                                        verdikleri cevap aşırı nefret ve ön yargılarını 
                                        ele veriyordu “Şayet bu adam bir günahkar 
                                        olmasa sana teslim etmezdik”. Bu mümkün 
                                        olabilirmiydi?, her şeyden once bizler 
                                        günahkar’dık fakat o suçsuz ve günahsızdı. 
                                        Gabbatha’da BYMA olarak bilinen yargıç 
                                        koltuğunda oturuyordum. Gerçekte ise tümümüzü 
                                        doğru bir şekilde yargılamak üzere bu 
                                        yer ona aitti. 
                                      Annas, Cafias ve diğer haydutların ruhunda en küçük bir 
                                        insanlık kıvılcımı dahi yoktu. Merhametsizdiler, 
                                        acımasızdılar ve her bakımdan suçsuzmuş 
                                        gibi gösterilen canilerdi. Her şeyin üzerinde 
                                        gücü olan mükemmel bir insan demir kalpli 
                                        insanlar tarafından yutulmuştu. Nefret 
                                        ve cehennem ateşi Yeruşalim’ü acımasızca yakmaktaydı. 
                                        Ben yargıç ve yöneticiydim, gerçeği, onuru 
                                        ve adaleti tespit eden kişi bendim.
                                      O zamana kadar hem insanlar hem de yöneticiler benim demir 
                                        yumruğumdan korkuyorlardı. Onların herhangi 
                                        birinin onurunu kırabilir, sindirebilir 
                                        ve aşağılayabilirdim. Hiç kimsenin önünde 
                                        eğilmemiştim. Fakat bu hadisede yanlış 
                                        olan neydi? Çaresizdim, iğrenç tutumlarının 
                                        etkisi altındaydım. Neden herkesin hayranlık 
                                        duyduğu o gücümü adalet konusunda kullanamadım?
                                       “Burada bile Celilelileri 
                                        kışkırtıyor”. Sürekli olarak haykırdıkları 
                                        buydu. “Bu ayak takımını kışkırtan sizlersiniz, 
                                        duygusuz bağnazlar” diyerek onları azarlamak 
                                        için gücümü kullanamaz mıydım? Ve bu azarlamayla 
                                        onları Praetorium’un dışına atamaz mıydım? 
                                        O sırada bir kalabalığın sahip olduğu 
                                        zihniyeti anlayabilmiştim. Kalabalık aslında 
                                        neydi? İçinde beyin olmayan bir sürü kafa 
                                        olarak söyleyebilirim. Aşağılık provokatörler 
                                        tarafından korkuları kışkırtılıyor, zayıflıkları 
                                        kullanılıyor ve yapmaları istenen şey 
                                        yaptırılıyordu. 
                                      Tüm sürecin mantıksızlığına bakarak kalabalığı yatıştırmaya 
                                        çalıştım. Bu teknik konusunda oldukça 
                                        beceriliydim. Yahudilerin öfkesi karşısında 
                                        savaş sembolümüz olan Roma Kartallı bayrağı 
                                        açarak öfkelerini nazik bir biçimde yatıştırırdım. 
                                        Bu konuda çok başarılıydım. Fakat bu kez 
                                        kalabalık kontrol edilebilecek gibi değildi. 
                                        Yönetici sıfatımı kullanmamı bekleyen 
                                        kurnaz bir kalabalık vardı karşımda. Bu 
                                        durumda politik olmalıydım.
                                      Neden bu hadiseyi kontrol eden biri olabilmek için ahlaki 
                                        bir dayanma gücü ve imtiyazlarımı gösterememiştim? 
                                        Neden bu acımasız gösteri tarafından kuşatılmıştım? 
                                        Kafamda şayet politik davranamazsam onu 
                                        öldürebilecekleri korkusu doğmuştu. Fakat 
                                        dini bir kurumun Romanın kararı konusunda 
                                        ısrar etmesi sebebiyle bu kararı ebedi 
                                        bir cesaretle verebilmiş olmam gerekirdi. 
                                        Halbuki suçlanan kişinin zamanın hakimi 
                                        olduğunu gördüm. Biz zavallılar onun onun 
                                        sessiz hakimiyeti altındaydık, ölümlüler 
                                        ölümsüze karşıydı.
                                      “Ben gerçeğe tanıklık etmek için doğdum, bunun için dünyaya 
                                        geldim. Gerçekten yana olan herkes benim 
                                        sesimi işitir." demişti.. Bu kadar 
                                        emin, bilge ve ikna edici bir söylem duymamıştım. 
                                        
                                      Kafamı karıştıran, merak ettiğim şeyi sordum “Gerçek Nedir?” 
                                        Yine soruma yanıt vermedi. O zaman onun 
                                        gerçeğin somut bir şekilde vücut bulmuş 
                                        hali olduğunu ve gerçeğe mutlak bir şekilde 
                                        tanıklık ettiğini, bizlerinse içimizde 
                                        gerçeğe ait hiç bir unsur taşımaksızın 
                                        gerçeğin şartlarından tamamen uzaklaşmış 
                                        olduğumuzu anlamış olmam gerekirdi. Doğrumu 
                                        duymuştum? Dinleyenlere bir kez daha söyledi: 
                                        “ Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi 
                                        özgür kılacak” Açıkçası özgür bir insan 
                                        değildim, zira gerçeğe teslim olmak beni 
                                        ilgilendirmiyordu. Henüz gerçeğin ezelden 
                                        beri var olduğunu yalanınsa sonradan ortaya 
                                        çıktığını keşfetmemiştim.
                                      Ondan işittiklerimle anlıyordum ki hepimiz şeytana hizmet 
                                        eden ve onun arzularını yerine getirmek 
                                        üzere tayin edilmiş kişilerdik. Şeytan 
                                        en başından beri cana kıyıcıydı ve gerçekle 
                                        işi yoktu, çünkü onda gerçek yoktu. O 
                                        bir yalancı ve yalanların babasıydı. Bende 
                                        dahil olmak üzere bu yeryüzündeki yöneticiler 
                                        gerçeğe teslim olma yolundan ayrılmıştık. 
                                        Gerçeği sadece ustaca kendi çıkarlarımız 
                                        için kullanabiliriz.
                                      Ona başka bir soru yönelttim; “Sen Yahudilerin kralı mısın?” 
                                        Bana bu sorunun kendimin mi yoksa başka 
                                        bir yerlerden duyduğum bir sorumu olduğunu 
                                        sordu. Hayır, tereddütsüz bir şekilde 
                                        cevapladığı gibi onun krallığı bu dünyada 
                                        değildi. Kralların, yöneticilerin ve tüm 
                                        diğerlerini, yaşamı ve ölümü yargılayan 
                                        Kralların Krallarının ve Rablerin Rabbinin önünde olduğumu bilmem gerekirdi. Neden cesaretle 
                                        “şu başıma gelene bak gözlerim Kralı gördü, 
                                        sürünün Çobanını gördü” diye itiraf edip 
                                        sonucunu beklemedim? 
                                      Bakakalmıştım ve ona sordum “Ne yaptın?” Hakkında duyduklarım 
                                        sadece çaresizlere yardım ettiği, hastaları 
                                        iyileştirdiği ve açları doyurduğuydu. 
                                        Fiziksel ve ruhsal olarak sadece iyilik 
                                        yaptığıydı. Onu serbest bırakma veya çarmıha 
                                        germe gücüne sahip olduğumu düşündüm. 
                                        Fakat bu ne kadar acınacak bir hataydı. 
                                        Ben yanılabilir biri olarak asla yanılmayanın 
                                        karşısındaydım, İnsani tutkuların karşısında 
                                        mükemmel bir soğukkanlılık duruyordu.
                                      Bana bu kritik anda yaptığım tüm eylemlerimin ve düşüncelerimin 
                                        çok önceden yukarıdan bildirildiğini söyledi. 
                                        Ben kendim değildim sadece bir iradenin 
                                        vasıtasıydım. Dini liderlerle beraber 
                                        tüm senaryonun yerine getirilmesinde bana 
                                        ait kısmında, onlardan daha düşük bir 
                                        derecede de olsa suçluydum. Önceden planlanmış 
                                        bir dramda bir detay mıydım? Mutlak bir 
                                        tasarımın nasıl çalıştığını idrak edememiştim. 
                                        
                                      Bu olayı nasıl ele almam gerektiği konusunda tam bir tükenmişlik 
                                        içersindeyken Celile Kralı Hirodes’in 
                                        Sezariye’den gelirken buraya uğradığı 
                                        haberini aldım. Kıskançlık içersinde uzun 
                                        yıllardır birbirimize düşmandık. Onu mahcup 
                                        edecek bir hareket yaparak sorumluluğumu 
                                        düşmanıma devretmeye karar verdim. Suçlanan 
                                        kişi bir Celileli olduğu için kararı onun 
                                        vermesi gerekirdi. Kendimi bu ikilemden 
                                        kurtarma ihtimali kafamda şimşek gibi 
                                        çaktı. Başkalarının üzerinden ün kazanmak 
                                        oyunun bir parçasıydı.
                                      Fakat kurnaz biri olduğu için Hirodes planımın içerisine 
                                        kendisini sokmayacaktı. Bir mucize görmek 
                                        istediğini söyleyerek sorumluluklarından 
                                        sıyrıldı. Alametleri ne şekilde gösterdiğini 
                                        ve kalabalıkları nasıl peşinden sürüklediği 
                                        konusunda basit sorularla başladı. Hirodes 
                                        herhangi bir cevap alamayınca öfkesi arttı. 
                                        Onunla alay etme ve küçük düşürme konusunda 
                                        askerlere katıldı. Bununda ötesinde Hirodes 
                                        ona soytarılarınki gibi renkli bir kaftan 
                                        giydirerek bana geri yolladı. Bunu yaparak 
                                        Hirodes yönetimi altındaki kişilerin kinini 
                                        göstermiş oldu. Sıradan halk yöneticilerin 
                                        kurnazlıklarını kavrayamaz.
                                      Oyunun kuralına uydum, şayet yenemiyorsan ona katıl. Aramızdaki 
                                        düşmanlık ateşkes yapmıştı en azından 
                                        dışarıdan öyle görünüyordu. Kendisine 
                                        kurnaz tilki denen düzenbaz Hirodes’in 
                                        suç ortağı olmuştum. Biz hepimiz nasıl 
                                        Kurnaz Tilkilerdik aslında! Oysa Hirodes’in 
                                        karşısına çıkarılan kişi kendisini suçlayanlara 
                                        ‘Tanrı’nın Kuzusu’ olarak tanıtılmıştı.
                                      Gabbatha’daki yargıç koltuğunda otururken eşim Claudia Procula’nın 
                                        “Ona bir şey yapma o masum” diyen sözlerini 
                                        duydum. Daha sonra bana gece onun yüzünden 
                                        gördüğü karışık rüyasını anlattı. Bu arada 
                                        Habeşistan Kilisesinin eşimi cesareti 
                                        nedeniyle azizelik mertebesine yükselttiğini 
                                        hatırlatayım. Bir kadın kadar bile cesur 
                                        olamamıştım! Benim için bir azizlik mertebesi 
                                        söz konusu olamazdı. 
                                      Ben ne yaptım? Kalabalığı yatıştırmayı denedim. Barabbas 
                                        adında hükümlü bir tutsak vardı. Askerlere 
                                        onu getirmelerini söyledim. Onu masum 
                                        adamın yanına koyarak haykırdım “Bu ikisinden 
                                        hangisini sizin için serbest bırakayım?” 
                                        Tek bir ağızdan “Barabba, Barabba” diye 
                                        bağırmaları beni dehşete düşürdü. Yaptığım 
                                        bir manevra daha başarısız olmuştu. Kalabalığın 
                                        kararı suçluyu çarmıha çivilememdi. Bu 
                                        çarmıh biz Romalılar tarafından icat edilen 
                                        ve cezalandırmanın en vahşicesi olarak 
                                        tarihe geçmiş bir utanç abidesidir. Gelecek 
                                        kuşaklar çarmıh hakkında neler düşüneceklerdi?
                                      Endişe içersindeydim ama yinede bu rezil çarmıh cezasına 
                                        engel olabileceğimi düşündüm. Onu şiddetli 
                                        biçimde kırbaçlatayım, belki kalabalık 
                                        metal ve kemik parçaları takılı deri kırbaçla 
                                        uygulanan bu sert ceza karşısında yatışırdı. 
                                        Çıplak bedene sürekli yapılan vuruşlar 
                                        herkesin acıma hissini uyandırabilirdi. 
                                        Gerçeği kavrayabilmekten ne kadar uzaklaşmıştım 
                                        ve karar verme konusunda ne kadar beceriksizdim. 
                                        
                                      Bu zalim cezalandırmadan sonra “ECCE HOMO” (işte o adam) 
                                        diyerek kalabalığa gösterdim. O ana kadar 
                                        insanın kindarlığının ve kana susamışlığının 
                                        sınırlarını bilmediğimi fark ettim. Hiç 
                                        bir eylem ve gerekçe çılgına dönmüş bu 
                                        insanları yatıştırabilirdi. Nefret dolu 
                                        “Çarmıha ger, çarmıha ger” çığlıkları 
                                        yükseliyordu. 
                                        Çaresizdim. İçimden dövünüyordum, 
                                        “Ne kadar zavallı bir insanım! Beni bu 
                                        ölümlü bedenden kim kurtaracak ?” O aşağılayıcı 
                                        bir şekilde ölecekti.
                                      Onun serbest bırakılması çabalarım tükenmişti ve kalabalık 
                                        bunun farkındaydı. “Şayet onu serbest 
                                        bırakırsan Sezar’ın dostu değilsin” diye 
                                        haykırdılar. O anda Roma’nın sadık dostları 
                                        oluvermişlerdi. Beni ihanetle suçlamak 
                                        istiyorlardı. Korkuya kapılmıştım. İmparator 
                                        Tiberius korkulacak bir yöneticiydi. Zalimliği 
                                        sınır tanımazdı. Onun gözünde güvenirliliğimi 
                                        korumak zorundaydım. Bu politikada başvurulacak 
                                        uygun bir durum değil midir? Oyunun adı, 
                                        taviz vermedir. 
                                      O an için düşmanlığımız dostluğa dönüşmüş olsa da kurnaz 
                                        Hirodes’den de korkuyordum. Elinde ne 
                                        gibi kozları olduğunu kimse söyleyemezdi. 
                                        Sayısız yan kazançlarıyla beraber iyi 
                                        para aldığım saygın işimi fena halde korumak 
                                        istiyordum. Bir politikacının üzerinde 
                                        yürüdüğü o incecik güvenilmez cambaz telini 
                                        anlayabilirsiniz. Bu söylenenlere ilaveten 
                                        Yahudi din adamlarından kaynaklanan bir 
                                        korku da vardı. Çevirdikleri dolapları 
                                        anlamanın imkânı yoktu.
                                      Bu durumda politik-dini aşırı uçlar tarafından kışkırtılan 
                                        bir kalabalığın önündeydim. Mantık, sebep, 
                                        sağ duyulu düşünme; bunların tamamı ortadan 
                                        kaldırılmıştı. Tüm bu öykünün içersinde 
                                        benden daha zavallı durumda olan biri 
                                        daha yoktu. Burada ben, ana unsurlarını 
                                        düşmanlık ve kötülüğün oluşturduğu karşı 
                                        konulmaz bir nefret ve kin okyanusunda 
                                        yüzen tek başına bir yargıç durumundaydım. 
                                        
                                      “İşte kralınız” diye seslendiğimde öfkeye kapıldılar. Israrla 
                                        çarmıha germe isteklerini tekrarlayıp 
                                        duruyorlardı. Bu kralı istemiyorlardı. 
                                        Bağlılıkları Sezara’ydı. Düşüncelerini 
                                        değiştirebilir miydim? Aklıma gelen her 
                                        şeyi denedim ama başaramadım İki ateş 
                                        arasında bırakılmış tam arada kalmış bir 
                                        kişi olarak bu sıkıntılı ikilimde benimle 
                                        aynı sıkıntıyı yaşayan, hem yönetmek hem 
                                        de aynı zamanda başarı isteyen kişilerin 
                                        ne hissettiklerini anladım. Vicdanım onun 
                                        masum olduğuna inanmamı söylüyordu fakat 
                                        imparatorluğun ağır basan çıkarları ve 
                                        Sezar’ın korkutucu gücü beni karasız bir 
                                        durumda bırakmıştı. Bir ya da iki kez 
                                        değil tam üç kez onun masum olduğunu söyledim. 
                                        Hiç biri fayda etmedi! En sonunda o çok 
                                        bilinen kararımı farkında olmadan verdim. 
                                        Ne anlaşılabildi ne de kabul edilebildi. 
                                        Sonu gelmeyen ironiler içersinde masumiyetin 
                                        idamında en önemli rolü oynayan yönlendirilmiş 
                                        bir aktör olarak bu manzaranın tam ortasında 
                                        yer almaktaydım.
                                      Alışageldik bir uygulama olarak bir miktar su isteyerek ellerimi yıkadım ve 
                                        “Ben bu adamın kanından sorumlu değilim” 
                                        dedim. Suçsuz bir insan çarmıha gönderilmişti. 
                                        Adaletsiz bir yargılamada adaletsizliklerin 
                                        en büyüğünü yapmıştım. Peygambelerinden 
                                        birinin şöyle söylediği iletilmişti bana “Adalet püskürtüldü, doğruluk bizden uzak duruyor.” 
                                        Yeşeya.59: 14, Habakkuk 1:4
                                      Suçu üzerlerine almaya istekliydiler hatta kendi zürriyetlerine 
                                        bunu aktarma tehlikesi dahi mevcutken. 
                                        Ne kadar cüretkâr bir bildiri. Çarmıha 
                                        germe arzularını yerine getirmek için 
                                        suçlu Barabba’yı serbest bıraktım ve onu 
                                        çarmıha gerilmesi için teslim ettim. Ellerimi 
                                        yıkadım ama acılar içersindeki kalbimi 
                                        kim yıkayacak?
                                      Taviz verme uğruna inancımı feda ettim, anlaşmak uğruna 
                                        güvenimi feda ettim ve yatıştırma uğruna 
                                        adaleti feda ettim. Hayatında ve yaptığı 
                                        işlerde hiç bir tutarsızlık görmediğimden 
                                        ve hakkında yönelttikleri suçlamalar benim 
                                        huzurumda başarısız olduğu için duruma 
                                        en uygun ifadeyi yaftaya yazdım: NASIRALI 
                                        İSA, YAHUDİLERİN KRALI. Tarafsız olduğum 
                                        düşünüldü. Baş kahinler bu durumumu değiştirmem 
                                        için yine itiraz ettiler. Fakat yaptıkları 
                                        dalavereler artık yetmişti. Bu kez katı 
                                        durmayı becermiştim. Canlarını sıkma sırası 
                                        bana gelmişti. 
                                      Dramanın aşamalarını ilgi ve huşu içersinde takip ettim. 
                                        Çarmıha asılırken bir kaç şey bildirdiğini 
                                        duydum. Bunlardan en şaşırtıcısı ilk cümlesiydi: 
                                        “Baba, onları affet!” Ne kadar inanılmaz 
                                        bir zirvedir bu! Uğradığı iğrenç haksızlığa 
                                        rağmen hiç kimseye kötü bir söz çıkmadı 
                                        ağzından. Bunun aksine ona zulmedenler 
                                        için bağışlanma diledi. Böyle bir tavır 
                                        içersinde ölüme giden birini düşünemiyorum. 
                                        İnsanların dua ettiğini daha önceden duymuştum 
                                        ama bunun gibi bir şey daha önce hiç kulağıma 
                                        gelmemişti. Bu kişi duasına beni de eklemişti. 
                                        O zamana kadar kendimden ve yapabileceklerimden 
                                        emindim. Biz yöneticiler ve politikacılar 
                                        her şeyi bildiğimize ve yönettiğimiz insanları 
                                        aydınlattığımıza inandırılmışızdır. Bir 
                                        dokunuşta küstah bilgilerimizi yalanladı. 
                                        Kesinlikle bu kritik hadisede ben 
                                        ne yaptığını bilenlerin arasındaydım. 
                                        Cehaletimin ve adaletsizliğimin bağışlanması 
                                        için dua etti. Kim benim için bu şekilde 
                                        açıkça ve samimiyetle dua edebilir? Benim 
                                        için ettiği duaya ve değiştirici dokunuşuna 
                                        layık olmayı ne kadar arzu ederdim. Halbuki 
                                        buna layık olacak şeyler yapmadım. Ben 
                                        sadece yanlış yaptığını kabul etmeyen 
                                        ve pişman olan pek çok insandan biriyim.
                                      Bu olaydan sonra pek çok söylenti işittim: Din adamları 
                                        askerlere ölü bedenle ilgili duyulmadık 
                                        bazı gelişmeleri saklamaları için para 
                                        teklif etmekteydiler “Şayet bu Valinin 
                                        kulağına giderse biz onunla bu meseleyi 
                                        halleder ve sizleri sıkıntıya sokmayız” 
                                        demekteydiler. Bu karaktersiz adamlar 
                                        acı ve sıkıntı içersinde yalan söylüyorlardı. 
                                        Aslında gömüldüğü mezarın boş olarak bulunduğu 
                                        haberi bana gelmişti, fakat bende öfke 
                                        doğurmadı bu durum. Şüphesiz ört bas etme 
                                        sürüp gidecektir. Bu insanlar her zaman 
                                        söyleyecek yeni yalanlar bulacaklardır. 
                                        Kalbinizin ve aklınızın inadına uymayın. 
                                        Benim yaptığım günahı ve sonu tekrar etmeyin. 
                                        
                                      Thomas Cosmades
                                      Türkçeye 
                                        Çeviren www.incilturk.com